On yıllar boyunca marjinal bir hareket olarak görülüp ciddiye alınmayan boykot çağrısı, artık sanat, spor ve siyaset dünyasındaki önde gelen isimler tarafından da benimsendi.

On yılı aşkın bir süredir Shouk adlı restoran zinciri, Washington ve çevresinde İsrail esintili, bitki temelli ve koşer menüler sunuyordu. Geçtiğimiz hafta, zincir beş şubesinin sonuncusunu kapatmak ve otuz kişilik ekibinin kalan son üyelerini işten çıkarmak zorunda kaldı. Restoran yönetimi, Gazze’deki savaş nedeniyle iş yapmanın imkânsız hale geldiğini belirtirken; aktivistler, Shouk’un Filistin mutfağını sahiplenmekle ve İsrail ürünlerini ithal etmekle suçlandığını söyledi.

etiketlenmek ve gerçekle ilgisi olmayan şeylerin içine çekilmek çok üzücü.”

Shouk’un yaşadığı durum tekil bir örnek değil. Gazze’de iki yıldır süren insani felaket, İsrail’i uluslararası baskılardan koruyan eski uzlaşıyı paramparça etti. İsrail ve İsrail’le bağlantılı işletmelerin boykot edilmesi, ülkenin spor ve kültür etkinliklerinden men edilmesi, akademik kurumlarla ilişkilerin kesilmesi yönünde artan çağrılar var. Stadyumlardan alışveriş caddelerine, konser salonlarından siyaset sahnesine kadar boykot hareketi, kenardan ana akımın merkezine doğru ilerliyor.

Bu haberde yer alan çoğu kişi İsrail ile Hamas arasında ateşkes anlaşması yapılmadan önce konuşmuş olsa da, aktivistler baskıyı sürdürmekte kararlı. Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketi, savaşın sona erdirilmesine yönelik planı “esas olarak İsrail’in faşist hükümeti tarafından, eşi benzeri görülmemiş küresel tecridinden kurtulmak amacıyla tasarlanmış bir oyun” olarak nitelendirdi ve sivil topluma çabalarını artırma çağrısı yaptı.

Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre ölü sayısının 67.000’i aşması ve açlık çeken çocukların görüntülerinin yayılmasıyla birlikte, İsrail’in savaş sırasındaki tutumuna yönelik tepki giderek büyüdü. Geçtiğimiz ay Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından görevlendirilen bağımsız uzmanlardan oluşan bir ekip, İsrail’in soykırım işlediği sonucuna vardı.

“Bunun herhangi bir şekilde antisemitik ya da İsrail karşıtı olduğunu düşünmüyorum. Bu, İsrail hükümetine bir reddiyedir.”
Jeremy Ben-Ami

İsrail politikalarına yönelik eleştiriler yeni değil; ancak Gazze’deki savaş bir dönüm noktası işlevi gördü. Bu süreç, daha önce tabu sayılan konuları yıktı, muhalefet seslerini cesaretlendirdi ve kamuoyunu da siyasetçileri de daha önce girilmemiş bir alana taşıdı. Pek çok gözlemci, bu durumun Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı yürütülen küresel kampanyayı hatırlatan bir kırılma anına dönüştüğünü düşünüyor.

J Street adlı liberal, İsrail yanlısı bir derneğin başkanı Jeremy Ben-Ami, şunları söyledi:
“Bu, hayatım boyunca gördüğüm en büyük değişimlerden biri. Sadece Amerikan Yahudi toplumu içindeki tutumlarda değil, genel kamuoyunda da büyük bir dönüşüm yaşanıyor.”

Ben-Ami sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu durumun antisemitizmle ya da İsrail düşmanlığıyla hiçbir ilgisi yok. Bu, mevcut hükümete ve İsrail hükümetinin yalnızca son birkaç yıldaki değil, son birkaç on yıla yayılan politikalarına yönelik bir reddiyedir.”

Filistin sivil toplum kuruluşlarının İsrail’e karşı şiddet içermeyen bir baskı biçimi olarak BDS (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar) çağrısı yapmasının üzerinden artık yirmi yıl geçti. Bu hareket, Güney Afrika’daki apartheid karşıtı mücadeleden ilham alarak İsrail işgalinin sona erdirilmesini ve Filistinli mültecilerin evlerine dönme hakkının tanınmasını talep ediyordu. Ancak BDS, muhafazakârlar tarafından sert biçimde eleştirildi; Demokrat başkanlar Barack Obama ve Joe Biden da bu harekete karşı çıktı. Yıllar içinde ABD’deki birçok eyalet —hem Cumhuriyetçi hem Demokrat yönetimlerde— İsrail boykotlarını cezalandırmaya yönelik yasalar çıkardı.

Yine de, kuşak değişimi, Gazze’de yaşananlara duyulan öfke ve Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin yol açtığı yabancılaşma, BDS hareketine yeniden ivme kazandırıyor. Üstelik İsrail’i hedef alan birçok eylem, resmi olarak BDS adı altında yürütülmese de, aynı amaç doğrultusunda ilerliyor.

Mayıs ayında Zadie Smith ve Ian McEwan gibi isimlerin de aralarında bulunduğu 380 yazar ve kurum, Gazze’deki savaşın soykırım niteliğinde olduğunu belirten ve derhal ateşkes çağrısı yapan bir mektuba imza attı. Bu mektup, daha önce edebiyat çevrelerinden gelen ve çoğu İsrail kültür kurumuna yönelik boykot ilan eden çağrının devamı niteliğindeydi. Geçen ay ise 4.500’den fazla sinema çalışanı, çoğu Hollywood’dan olmak üzere, “suça ortak” olarak tanımladıkları İsrailli film kurumlarını ve festivalleri boykot etme taahhüdünde bulundu.

Eurovision Şarkı Yarışması düzenleyicileri ise, üye ülkelerin kasım ayında İsrail’in gelecek yılki yarışmaya katılıp katılamayacağı konusunda oy kullanacaklarını açıkladı. Bu etkinlik İsrail’de büyük bir popülerliğe sahip; 2018’de Netta Barzilai’nin “Toy” adlı şarkısıyla kazandığı zafer, Tel Aviv sokaklarında coşkulu kutlamalara sahne olmuştu.

İsrailli analist, kamuoyu araştırmacısı ve Pennsylvania Üniversitesi’nde misafir akademisyen olan Dahlia Scheindlin, Eurovision boykotunun özellikle büyük yankı uyandırabileceğini söyledi:
“Eurovision, İsrail’de bir kültürel olgu. İnsanlar onu çok seviyor. İsrail’in yarışmaya katılması ve iyi bir performans sergilemesi ulusal gurur kaynağı olarak görülüyor; zaman zaman kazandıkları da oldu. İsrail’in yarışmadan çıkarılması durumunda nasıl tepki vereceğine dair bir emsal yok elimizde.”

Müzik dünyasında ise Björk’ten Massive Attack’e kadar yüzlerce sanatçı, eserlerinin İsrail’de dinlenmesini engelleme çağrısına katıldı.

“İsrail ne kadar izole olursa, dünyanın eylemlerine karşı olduğunu o kadar iyi anlıyor.”
Ashish Prashar

Spor cephesinde de benzer bir baskı var. Futbolun yönetim organları Fifa ve Uefa, İsrail’in uluslararası müsabakalardan men edilmesi yönünde çağrılarla karşı karşıya. Eski Manchester United yıldızı Eric Cantona, İsrail’in üyeliklerinin askıya alınmasını ve kulüplerin İsrailli takımlarla oynamayı reddetmesini talep eden girişimlerin öncülüğünü yapıyor.

Geçen ay, New York’taki Times Square meydanında dev bir reklam panosunda “İsrail soykırım işliyor” mesajı yer aldı. Bu afiş, Game Over Israel adlı bir kampanyanın parçasıydı. Kampanya, İsrail milli takımının, İsrailli kulüplerin ve İsrailli futbolcuların boykot edilmesi çağrısında bulunuyor.

“Kuşatılmış ve uzun süren bir soykırım döneminde normalleşme, suça ortak olmaktır,” dedi kampanyayı düzenleyenlerden Ashish Prashar. “Onlar futbol sahalarımıza çıktığı veya Eurovision sahnesinde göründüğü sürece, biz ‘işgali kabul ediyoruz, apartheid’i kabul ediyoruz, soykırımı kabul ediyoruz’ demiş oluyoruz.”

Boykot karşıtları ise bu girişimlerin ters etki yarattığını ve masum insanları hedef aldığını savunuyor. Özellikle İsrailli sinema emekçileri ve akademisyenler, bu tür boykotların ülkedeki en eleştirel sesleri susturduğunu ileri sürüyor.

Ancak boykot destekçilerine göre, yalnızlaştırma zaten amacın kendisi.

“İsrail ne kadar izole olursa, eylemlerine karşı dünyanın duruşunu o kadar iyi anlar; halkı da yaptıklarının sonuçlarını o kadar çok fark eder,” diyor Prashar.
Orta Doğu özel temsilciliği döneminde Tony Blair’in danışmanlığını da yapmış olan Prashar şöyle devam ediyor:
“Bazıları bana ‘Ama bu toplu cezalandırma değil mi?’ diyor. Peki, sizce Gazze’de olan nedir? Gerçek toplu cezalandırma, Gazze’de yaşanıyor. Biz onları bu vahşetlerin hesabını vermeye zorlamak için izole ediyoruz.”

Güney Afrika örneği

Güney Afrika’daki beyaz azınlık yönetimine karşı yürütülen kampanya, hem tarihsel bir referans hem de stratejik bir rehber işlevi görüyor. Ülke 1964’ten itibaren Olimpiyatlar’dan men edildi, 1976’da Fifa tarafından tamamen ihraç edildi; ardından kriket, ragbi ve tenis federasyonları da benzer adımlar atarak Güney Afrika’yı büyük turnuvalardan neredeyse tamamen dışladı.

“Normal olmayan bir toplumda normal spor olmaz” sloganı bir direniş çağrısına dönüştü. Yazarlar, müzisyenler ve sanatçılar Güney Afrika’da performans sergilememeye ya da eser yayımlamamaya çağrıldı. Tüketiciler ise Güney Afrika menşeli meyve, sigara, alkol gibi ürünleri ve Shell ile Barclays gibi bu rejimle iş birliği yapan şirketleri boykot etmeye teşvik edildi.

“2009’da yazmıştım, bizim ‘Güney Afrika anımız’ yaklaşıyor diye.
Şimdi ise, hiç olmadığı kadar yaklaştığını düşünüyorum.”
Omar Barghouti

1980’lerde apartheid karşıtı yatırım geri çekme hareketinde aktif olan tarih profesörü Jeremy Varon, Güney Afrika’daki özgürlük örgütlerinin “açıkça kültürel boykot çağrısı yaptığını” hatırlattı. Uluslararası müttefikler de bu çağrının uygulanması için çalışmıştı. Bu stratejinin mantığı, “Güney Afrika’yı ve Güney Afrikalıları dünya sahnesinde izole etmekti” ve bu baskı noktası, apartheid rejiminin çöküşünde büyük rol oynamıştı.

Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana McDonald’s, Starbucks ve Coca-Cola gibi şirketler, İsrail’le olan bağlantıları nedeniyle boykotlarla karşı karşıya kaldı; ayrıca ABD’deki bazı İsrail menşeli şirketler de hedef alındı. Geçtiğimiz ay yaptığı bir konuşmada Binyamin Netanyahu, ülkesinin artan ekonomik tecridini kabul ederek İsrail’i “Ortadoğu’nun süper Sparta’sı” haline getirme çağrısında bulundu.

Omar Barghouti, BDS hareketinin kurucularından biri ve Gandhi Barış Ödülü sahibi bir aktivist olarak, şunları söyledi:
“2009’da, Güney Afrika’ya benzer bir dönüm noktasına yaklaştığımızı yazmıştım. Şimdi bunun hiç olmadığı kadar yakın olduğunu düşünüyorum; çünkü BDS hareketi artık politika üzerinde somut etkiler yaratmaya başladı. Netanyahu da biz de bunun kaçınılmaz olduğunu görüyoruz.”

Barghouti, savaş başlamadan önce bile binlerce sanatçının İsrail’e karşı kültürel boykotu desteklediğini belirtiyor; ancak artık Filistin Akademik ve Kültürel Boykot Kampanyası (PACBI) “niteliksel olarak dramatik bir sıçrama” gözlemliyor.

“Artık sadece ilerici sanatçılar kültürel boykotlara katılmıyor; her zaman Lauryn Hill’ler, Lorde’ler gibi yerleşik, kariyerlerini riske atmayacak ve cesur duruşlar sergileyen sanatçılar vardı.
Ama soykırımdan bu yana, Hollywood’un seçkinlerini, müzik endüstrisini, moda sektörünü, ünlü şefleri, makyaj sanatçılarını, büyük influencer’ları, yazarları da kapsayan bir boyuta ulaştık… Daha önce böyle bir ivme görmemiştik.”

“Kültürel bir değişim olduğu kesin. Bunu kamuoyunda dramatik biçimde görebilirsiniz.”
Peter Beinart

Ancak Güney Afrika örneği tam olarak birebir karşılaştırılabilir değil. Öncelikle, apartheid karşıtı hareketin Nelson Mandela ve Afrika Ulusal Kongresi (ANC) gibi net ve birleşik bir siyasi liderliği vardı; Filistin hareketi ise şu anda böyle bir yapıya sahip değil. İkinci olarak, İsrail küresel ekonomi ve teknoloji sektörlerine çok daha entegre, bu da onu Güney Afrika’dan çok daha zor izole edilebilir kılıyor.

Kültürel boykotlar sembolik olarak önemli ve bazı ülkeler silah satışlarını ve ticari ilişkilerini sınırladıysa da, İsrail ekonomisinin ne kadar etkilendiği belirsizliğini koruyor. Haaretz, Avrupa’nın İsrail silahlarına yaptığı harcamaların rekor seviyeye ulaştığını yakın zamanda bildirdi.

Üçüncü olarak, İsrail’in uluslararası destek kaynakları güçlü: ABD hükümetinden Hristiyan Siyonistlere ve Yahudi Amerikalılara kadar birçok unsur, izolasyon çabalarına karşı bir tampon görevi görüyor. Dördüncü olarak, Netanyahu’ya dünyanın farklı yerlerindeki güçlü liderlerden, özellikle Donald Trump’tan destek geliyor.

Fark, her iki hareketin öğrenci hareketlerinde de görülüyor: Apartheid karşıtı hareket ABD üniversitelerinde yayıldığında, öğrenciler bazı üniversite yönetimlerini, Güney Afrika ile iş yapan şirketlerden çekilmeye zorlamada belirli bir başarı elde etmişti. Bu neslin öğrenci hareketi de benzer şekilde okullarından İsrail’den çekilmeyi talep ediyor, ancak çok farklı bir siyasi ortam ve Washington’dan gelen agresif bir baskıyla karşı karşıya.

Peter Beinart, Being Jewish After the Destruction of Gaza kitabının yazarı, şunları söyledi:

“İsrail’in Filistinliler üzerindeki otoriter kontrol sistemini sürdürme kapasitesi, diğer ülkelerdeki politikaların aksine, bazı açılardan Dünya genelinde etno-milliyetçi otoriterlerin yükselişinin öncüsü konumunda.”

Beinart şöyle devam etti:

“1980’lerin sonlarında Güney Afrika kimse için bir model değildi. Ama İsrail bir model; ister Hindistan’daki Modi, ister Macaristan’daki Orbán, ister Almanya’daki AfD, ister ABD’deki Cumhuriyetçi Parti açısından olsun. Tüm bu sebeplerle mücadele çok daha zorlu; yine de kamuoyunda değişimler görüyoruz.”

New York City Üniversitesi Newmark Gazetecilik Okulu profesörü olan Beinart, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kültürel bir değişim olduğu kesin. Bunu kamuoyunda dramatik biçimde görebilirsiniz. Popüler kültürde de görebilirsiniz. Ancak bu kamuoyu ve popüler kültür değişiminin seçimlere ve kamu politikalarına nasıl yansıyacağı belirsiz. Asıl soru bu.”

 

 

Kaynak: Boycotting Israel has gone mainstream: ‘We’ve never seen such traction before’ | Gaza | The Guardian 

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?