Baas’ın sosyalist sloganlarından uzak, ancak elimizdeki veriler ışığında, kamulaştırma, mülkiyet, imar ve emlak düzenlemeleriyle ilgili çıkarılan kararname, yasa ve bakanlık düzenlemelerinin toplam sayısı 639’a ulaştı.

“El-Mecelle” tarafından hazırlanan bu araştırma, Baas Partisi’nin iktidara geldiği 1963 yılından Beşar Esed’in kaçışına kadar (1963-2024) geçen sürede, taşınmazlara yönelik ihlalleri ve mülkiyet savaşlarını kapsayan en önemli yasaları ve yürütme kararlarını incelemektedir.

Hafız ve Beşar Esed, yönetimleri boyunca her türlü Suriye muhalefetini bastırma politikası izlemiş, Beşar Esed ise özellikle Suriye devrimi sonrasında, geriye kalan hakları tamamen ortadan kaldırmak için bu politikayı daha da güçlendirmiştir. Tüm bunlar, “yasal ve mevzuata uygun” bir çerçeve içinde gerçekleştirilmiştir.

Dönemsel incelemeler, Baas rejiminin başlangıcında kamulaştırma ve el koyma oranlarının yüksek olduğunu, rejimin sonuna gelindiğinde ise imar planlarının arttığını göstermektedir. Ancak kullanılan terminoloji ne kadar modernleştirilirse modernleştirilsin, sonuçta tüm uygulamalar mülkiyet haklarına karşı yürütülen bir savaşın parçasıdır.

Bu araştırma, kitaplar, Başbakanlık ve Halk Meclisi kayıtları, Suriyeli medya organları, ulusal ve uluslararası insan hakları raporları gibi mevcut kaynaklar taranarak hazırlanmıştır.

Baas’ın 1963’te iktidara gelmesinden 2024 yılı sonundaki çöküşüne kadar, mülkiyetle ilgili çıkarılan başkanlık kararnameleri ve yasaların sayısı 139’a, yürütme kararları ve talimatların sayısı ise 500’e ulaşmıştır.

Beşar Esed döneminde mülkiyet, imar düzenlemeleri ve yatırımlarla ilgili yasaların oranı %74, el koymaların oranı %12, kamulaştırmaların oranı ise %14 olarak gerçekleşti.

 

Beşar Esed döneminde (2001-2024), yürütme kararlarının toplam sayısı, Baas yönetimi ve Hafız Esed’in iktidarına (1963-2000) kıyasla dört kat arttı.

Mülkiyet ve taşınmazlarla ilgili yasalar ve kararnameler, 2011’de Suriye devriminin başlamasının ardından %44 oranında arttı.

Suriye devriminin başlamasıyla birlikte yürütme kararlarının sayısı, Beşar Esed’in önceki yıllardaki yönetimi boyunca çıkarılan yıllık kararların üç katını aştı.

Özellikle devrim sonrası dönemde, her yıl ortalama 25 kararname ve yasa yayımlandı.

Verilere göre, Baas Partisi’nin (1963-1971) iktidarının ilk yıllarında çıkarılan yasaların en büyük kısmı kamulaştırma (%43), el koymalar (%38), imar düzenlemeleri (%14) ve kamulaştırmalar (%5) şeklinde sıralandı.

Hafız Esed döneminde (1971-2000) ise yasaların çoğunluğu imar düzenlemeleri (%42), el koymalar (%35), kamulaştırmalar (%15) ve millileştirme (%8) üzerineydi.

Beşar Esed yönetiminde (2001-2024) ise mülkiyet, imar düzenlemeleri ve yatırımlarla ilgili yasaların oranı %74, el koymaların oranı %12, kamulaştırmaların oranı ise %14 olarak gerçekleşti.

 

1958 yılında çıkarılan 134 sayılı Tarımsal İlişkiler Yasası, sendikaların siyasete karışmasını, siyasi toplantılara ve gösterilere katılmasını yasakladı. Bu düzenleme ile sendikalar, bağımsız bir yapı olmaktan çıkarılarak doğrudan iktidara bağlı hale getirildi.

 

Kraliyet kararnameleri ve emlak planlamasının, ilerleyen bölümlerde ayrıntılarıyla ele alınacağı üzere, Suriyelilerin mülklerine bedelsiz el koyma uygulamalarını içerdiği unutulmamalıdır. Buna karşın, Beşar Esed döneminde herhangi bir kamulaştırma kararnamesi kaydedilmemiştir.

Daha sonra, yürütme talimatlarının yüzlerce kararla nasıl hayata geçirildiği ve Esed’in çıkarları doğrultusunda nasıl şekillendirildiği ortaya çıkacaktır.

Özellikle, Suriye Devrimi sonrasında yaşanan gelişmeler, Suriyelilerin mülklerine el konulmasını yasallaştırmak için büyük bir fırsata dönüşmüş ve bu süreç kamuoyunda “mülk savaşı” olarak anılmıştır.

 

“Birlik “: Baas Rejiminin Feodal Düzeni

Şamlı bir tüccar olan Fevaz Haffar, dedesinin Şam’ın Al-Amara bölgesinde bir buğday değirmenine sahip olduğunu anlatıyor. Haffar, “Kırsal bölgelerden buğday satın alır, öğütür ve dağıtırdık. Ancak birlik dönemi sırasında değirmenimiz ve ona bağlı depo istimlak edildi. Bize tek kuruşluk bir tazminat dahi ödenmedi. Üstelik, hâlâ devlete vergi ödemeye devam ediyoruz, çünkü mülk resmî kayıtlarda hâlen bizim üzerimizde görünüyor” diyerek durumu özetliyor.

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’ın öncülüğünde kurulan Suriye-Mısır Birliği (1958-1961), Suriye’nin egemenliğini, ekonomisini ve mülkiyet düzenini köklü bir şekilde sarsan bir dönüşüm yarattı. Bu süreç, basit bir değişim değil, sistematik bir tasfiye niteliğindeydi. Suriyeli tarihçi Sami Mervan Mübeyyiz’in ifadesiyle, o dönemde başarılı Suriye şirketleri bir kalem darbesiyle hurdaya çevrildi. El-Hamasiye Şirketi de bunun en somut örneklerinden biriydi.

Raporlara göre, 1946 yılında Şam’da kurulan ve 1961’de 117 sayılı yasa kapsamında kamulaştırılan El-Hamasiye Şirketi’nin sermayesi başlangıçta 1 milyon 250 bin Suriye lirasıyken, kuruluşundan sadece iki yıl sonra bu rakam 15 milyon liraya ulaştı. Oysa 1948’de Suriye’nin toplam bütçesi 107 milyon lirayı aşmıyordu. Bu da, kamulaştırma süreciyle o dönemde Suriye ekonomisinin yaklaşık %14’ünün tahrip edildiğini gösteriyordu.

 

Patrick Seale, “Esed: Ortadoğu Üzerindeki Mücadele” adlı kitabında, Abdünnasır’ın Suriye’nin siyasetini temelden değiştirdiğini, hatta onu adeta “bağırsaklarını sökerek” yeniden şekillendirdiğini belirtiyor. Birliğin gerçekleşmesi için iki şart koşmuştu: Ordu siyasetten çekilecek ve siyasi partiler feshedilecekti. Bu koşullar altında Kahire, Suriye üzerinde tam kontrol sağladı ve Şam, yalnızca bir eyalet konumuna indirildi. Böylece Suriye, kendi iç işlerini yönetemez hale geldi.

Baascılar bu süreçte tamamen dışlandı. Birlik projesinin kendilerini siyasi arenadan silmesi, onların Abdünnasır’a karşı büyük bir öfke duymasına yol açtı. Sonuç olarak, birlik dağıldığında Baas Partisi bunu iktidar hırslarını gerçekleştirmek için bir fırsat olarak gördü ve ayrılığı destekledi.

Birlik rejimi, sosyalizmi temel alan reformlar çerçevesinde kapsamlı kamulaştırma adımları attı. En dikkat çekici olanlardan biri, tarım reformu ve olağanüstü hal yasalarının aynı gün çıkarılmasıydı. 1958 tarihli 161 sayılı Tarım Reformu Yasası ve 162 sayılı Olağanüstü Hal Yasası, halk kitlelerine tarımdaki adaletsizliği ortadan kaldıracak sihirli bir formül olarak sunuldu. Ancak gerçekte, devletin mülkiyet gaspını yasallaştıran ve güçler ayrılığını ortadan kaldıran bir mekanizma haline geldi.

Tarım reformu yasasına göre, sulanan arazilerde bir kişinin en fazla 80 hektara, kuru tarım yapılan arazilerde ise en fazla 300 hektara sahip olmasına izin veriliyordu. Ancak devlet için herhangi bir üst sınır belirlenmemişti. Böylece devlet, istediği kadar tarım arazisine el koyma hakkını kendine tanımış oldu. Bu kapsamda kamulaştırılan tarım arazilerinin toplamı 1 milyon 225 bin hektarı buldu ki bu, Suriye’nin tarımsal üretimde kullanılan arazilerinin beşte birine denk geliyordu.

Bu yasal düzenlemeler özellikle Kürtler açısından büyük mağduriyetler doğurdu. 1962’de Haseke’de yapılan nüfus sayımı sonucunda binlerce Kürt vatandaşlıktan çıkarıldı. Bu da onların mülkiyet haklarını ispat edememelerine ve devletin el koyduğu topraklardan faydalanma haklarını kaybetmelerine neden oldu.

Ayrıca, 1958 tarihli 134 sayılı Tarımsal İlişkiler Yasası, sendikaların siyasi faaliyetlerde bulunmasını yasakladı ve bağımsız yapılarını ortadan kaldırarak onları doğrudan devlete bağlı kurumlara dönüştürdü.

 

Beş farklı Suriye hükümetinin başbakanlığını yapmış olan Halid el-Azm, anılarında sermayenin yalnızca iktidardaki yönetimin kontrolünde olması durumunda, devletin devasa bir feodal yapıya dönüşeceğini ifade ediyordu.

Komünist siyasetçi Bedreddin es-Sebaî, “Suriye’de Geçiş Dönemi… Birlik Dönemi” adlı kitabında, tarım alanında elde edilen başarıları değerlendirirken şu tespitte bulunuyor: “Tarım reformu yasası, tarımsal ilişkiler yasası ve devlet mülkleri yasasının çıkarılmasından öteye geçmeyen bu adımların olumlu etkileri oldukça sınırlı kaldı.”

Birlik döneminde yürürlüğe giren yasalar, Suriye’de feodalizmi ortadan kaldırmak ve tarım sektöründeki sorunları çözmekte başarısız oldu. Üstelik, toprakların işletilmesi yalnızca eski bir sınıftan alınıp yeni bir burjuva sınıfına devredildi—üstelik bu, “vatan” ve “sosyalizm” sloganları adı altında, halkın zararına gerçekleştirildi.

Öte yandan bu yasalar, Esed rejiminin Suriyelilerin mülkiyet haklarını gasp etmesine giden yolu açmada son derece başarılı oldu.

Baas Devleti’nin Yükselişi: Özel Sektörün Çöküşü, Kamu Sektörünün Derebeyliği

Baasçıların sahte “8 Mart Devrimi” ile 1963’te iktidara gelmesi, hukukun üstünlüğü ve siyasi çoğulculuğun sona erdiği, askeri yönetimin sert kuralları ve acımasız yaptırımlarıyla şekillenen bir dönemin başlangıcı oldu.

Baas Partisi, Nasırcı burjuvazinin geride bıraktığı kamulaştırma, mülksüzleştirme ve halkın mallarına el koyma politikalarını hızla tamamladı. Hedefleri, gücü, sermayeyi, ekonomiyi ve siyaseti tamamen “Baas Devleti”nin elinde toplamak, dış ticareti tekeline almak ve sermaye yapısını Baasçılara ait bir mülkiyet düzenine dönüştürerek, Suriye ekonomisinin kalan son unsurlarını da tahrip etmekti. Tüm bunları ise yasaların üstünde, ancak onların gölgesinde gerçekleştirdi.

Baas iktidarının ilk icraatlarından biri, 2 numaralı askeri emirle ilan edilen Olağanüstü Hal Yasası oldu. Bu, 1962 tarihli 51 sayılı yasaya aykırıydı, çünkü olağanüstü halin ilanı yasalara göre yalnızca Bakanlar Kurulu tarafından gerçekleştirilebilirdi. Ancak Baas yönetimi, sıkıyönetim uygulamalarını parlamentonun onayı olmadan sürdürdü. 1973 Suriye Anayasası ise bu yetkiyi Cumhurbaşkanı’na vererek, olağanüstü halin ilanını ve kaldırılmasını tek bir kişinin iradesine bağladı.

1968’de çıkarılan 47 sayılı kararname ile kurulan “Devlet Güvenlik Mahkemesi”, muhalifleri susturmanın aracı haline geldi. Keyfi tutuklamalar

artarken, hapishaneler rejime karşı en küçük eleştiriyi dile getirenlerle dolup taştı. Ancak bu baskı mekanizması, Beşar Esed döneminde yerini daha da korkunç bir kuruma bıraktı: 2012’de kurulan Terörle Mücadele Mahkemesi, yalnızca muhalifleri değil, Suriye halkının mülkiyet haklarını da hedef aldı.

Baas rejimi yalnızca insanların değil, basının da sesini susturdu. 1963 tarihli 4 sayılı kararname ile gazeteler ve basın kuruluşları devletin mülkiyetine geçirildi. Darbeden sadece 17 gün sonra, 29 sayılı kararname ile geniş çaplı bir siyasi tasfiye başlatıldı; bu kararname, çok sayıda sivil, asker ve siyasi figürü kamusal hayattan men ediyordu. Bunu, 30 Nisan 1963’te çıkarılan 239 sayılı kararname takip etti ve 40 Suriyeli hakkında sivil haklardan mahrumiyet cezası getirildi. Beşar Esed döneminde bu tasfiye politikaları “Terörle Mücadele Yasası” ile daha da ileri götürüldü.

Ekonomik elitlerin tasfiyesi ve kamulaştırma politikaları Baas ideolojisinin temel taşlarından biriydi. Halid el-Azm hükümetinin kamulaştırmayı durdurmaya yönelik politikaları askıya alındı ve Baas, Nasırcı çizgide ilerleyerek kamulaştırma sürecini hızlandırdı. 1963 tarihli 37 sayılı kararname ile bankalar kamulaştırıldı. 1964’te, 56 sayılı kararname ile El-Dibs Birleşik Arap Şirketi ve Tekstil ve Dokuma Fabrikaları Şirketi gibi özel sektöre ait firmalara el konuldu. 1965 yılına gelindiğinde, kamulaştırılan işletmelerin sayısı 120’ye ulaştı. Hatta 168 sayılı kararname ile üniversite ders kitapları bile devlet mülkiyetine geçirildi.

Baas yönetimi, sosyalist politikalarını halk üzerinde zorla uygulamaya koydu. 1965 tarihli 4 sayılı kararname, bu politikaları reddeden ya da uygulamada direnenlere ölüm cezası öngörerek rejimin baskıcı karakterini en açık şekilde ortaya koyuyordu.

Beş kez Suriye başbakanlığı yapmış Halid el-Azm, anılarında sermayenin iktidardaki otoritenin tekelinde toplanmasının, devleti devasa bir feodal yapıya dönüştüreceğini öngörüyordu.

El-Azm’ın bu öngörüsü, Baas Partisi’nin uygulamalarıyla gerçeğe dönüştü. Kamulaştırma kararlarına ve sosyalist ekonomik politikalara karşı çıkmasına rağmen, kendisi de bu sürecin hedefi olmaktan kurtulamadı.

Halid el-Azm’ın akrabalarından Nasıh el-Azm, Baas darbesinin ardından yaşananları şöyle anlatıyor: “Darbe gerçekleşir gerçekleşmez, Halid Bey’in Sûk Saruca ve Dummar’daki köşkleri ile diğer gayrimenkullerine el konuldu. Kurucusu olduğu anonim şirketlerdeki hisseleri de kamulaştırıldı. Özgür piyasa ekonomisi sayesinde bu şirketlerdeki hissedarlar zenginleşmişti, ancak Baas yönetimi tüm bu kazanımlara el koydu.”

Baas rejimi, mülksüzleştirme politikalarını meşrulaştırmak için vatana ihanet ve düşman güçlerle iş birliği gibi suçlamalara sıkça başvuruyordu. Nasıh el-Azm, bu bağlamda şunları söylüyor: “Onu vatana ihanetle suçladılar. Oysa Halid el-Azm, Suriye ekonomisinin mimarıydı. Defalarca başbakanlık yaparak ülkeyi ekonomik istikrara kavuşturmuştu. Onun döneminde dolar, sadece iki buçuk Suriye lirasına eşitti. Hatta Malezya’nın eski başbakanı Mahathir Muhammed, Halid el-Azm’ın ekonomi politikalarını örnek alarak ülkesini kalkındıracağını söylemiş ve Malezya’yı gelişmiş ülkeler arasına sokmayı başarmıştı.”

Madde 35, 1974 tarihli Kamulaştırma Kanunu’na ve yukarıda belirtilen Bakanlık duyurusuna göre, kamulaştırılan taşınmazlar devlet mülküne geçer: “Eğer kamulaştırılan taşınmazların kamusal fayda durumu ortadan kalkarsa, bu taşınmazlar devletin özel mülkü sayılır.”

 

Başarılı Şamlı işadamı Muvaffak el-Midani, 1955 yılında Suriye Cumhurbaşkanı Şukri el-Kuvvatli’nin düzenlediği orduyu silahlandırma kampanyasına 20 bin altın lira bağışlamıştı. Ancak bu katkısı, Baas Partisi tarafından göz ardı edildi. 1966 yılında Baas Partisi’nin 2 numaralı kararı ile Midani’nin malvarlığına el konulması kararı alındı. Ardından, Suriye Cumhurbaşkanı Nur ed-Din el-Atasi, 1969’da 67 numaralı kararnameyi çıkararak mülklerin kamulaştırılmasını onayladı.

Baas rejimi, buna benzer yöntemlerle iktidar ve servetini elinde toplamayı başardı. Hukuki ve keyfi uygulamalarla muhaliflerin özgürlüklerini kısıtladı ve mülklerine el koyarak, Hafız el-Esed ve onun soyunun, “Esed Suriye’si” adı altında mafyatik monarşik bir devlet kurmasına zemin hazırladı.

 

Devrilmiş Esed İmparatorluğu

Esed hanedanının devrilmiş imparatorluğu ve Baas Partisi’nin uygulamaları, sadece siyasi yönetimle değil, aynı zamanda mülk ve servet üzerinden de büyük bir hegemonyanın kurulmasına yol açtı. Baas Partisi’nin “sosyalist” sloganları,

Esed ailesinin kişisel çıkarlarını pekiştirmek için kullanıldı, tıpkı o dönemdeki yasaların, anayasa değişikliklerinin ve keyfi kamulaştırmaların yapılmasında olduğu gibi.

“Sosyalist” bir söylemle halkı kandıran Esed rejimi, bir yanda halkı yoksulluğa sürüklerken, diğer yanda aileye ait olan “Esed” imparatorluğunu kurmaya devam etti. “Bir Arap milletiyiz, hedefimiz: Birlik, özgürlük, sosyalizm” sloganı altındaki yönetim, aslında tam tersi bir yapıyı inşa etti: Esed ailesinin mutlak hakimiyeti ve ülkenin kişisel çıkarlar için kullanılabilir hale gelmesi.

Hafız Esed, Suriye’yi tamamen kontrol altında tutabilmek için anayasayı kendi diktatörlük amaçlarına göre şekillendirdi. 1973 Anayasası, Esed’i sadece Cumhurbaşkanı olarak değil, aynı zamanda Baas Partisi Genel Sekreteri olarak da ülkenin mutlak lideri yaptı. Bu anayasa, “Baas Partisi devletteki liderdir” şeklindeki hükmüyle ülkenin tamamını Baas Partisi’ne bağladı. Esed , Meclis’i bile yalnızca kendisinin belirleyebileceği bir yer haline getirdi; halk oylamaları ve referandumlar, Esed’in egemenliğini pekiştirmek için bir araç oldu.

Esed’in iktidarına geçişin ardından, “Arap Kuşak Projesi” adı altında, Suriye’nin kuzeyindeki yaklaşık 5.250 kilometrekarelik toprak devlet tarafından kamulaştırıldı. Bu topraklar, sınır güvenliğini sağlamak adına Baas yönetimi tarafından ele geçirildi ve toprak sahibi Kürtler bu süreçten en çok etkilenenler oldu.

1974’te çıkarılan kamulaştırma kanunu (No. 20), Esed yönetiminin her türlü mülkü devlete aktarma yetkisini pekiştirdi. Birçok kişi, kendilerine ait olan topraklardan ve mülklerden mahrum bırakıldı. Mahmud el-Baverçi gibi isimler, kamulaştırma sonucunda sahip oldukları mülklerden oldu. Bawerçi’nin torunu Hüseyin, “Dedemin evi ve şeker fabrikası devlet tarafından kamulaştırıldı. Bunu, Şükrü el-Kuvvatli’nin evinin yanında yeni sığınaklar inşa etme bahanesiyle yaptılar. Ancak proje, yer altı nehri nedeniyle başarısız oldu ve alan yaklaşık bir yıl boyunca harabe halinde kaldı.” şeklinde anlatıyor.

Baverçi’nin torunu, babasının mülklerinin devlet tarafından kamulaştırılmasını şu şekilde değerlendiriyor: “Kanun gereği, halkın yararına olan bir proje sona erdiğinde mülklerin eski sahiplerine geri dönmesi gerekir. Ancak dedemin mülkü hiç geri verilmedi, ve benzer şekilde pek çok mülk de sahiplerine geri verilmedi.”

Kanun 35 ve yukarıdaki bakanlık bildirimi gereği, 1974 yılı Emlak İskan Kanunu’na göre, kamulaştırılan taşınmazlar devlet malına geçmiştir: “Eğer kamulaştırılan taşınmazların kamu yararı statüsü ortadan kalkarsa, bu taşınmazlar devletin özel malları sayılır ve kamulaştıran kamu kurumu adına tapu siciline kaydedilir.”

Kamulaştırılan tarım arazisi sahiplerine, bu arazilerin yatırım için uygun olanlarının satın alınmasında, “kamulaştıran kurumun belirlediği bedeli kabul etmeleri” şartıyla öncelik verilmiştir. Yani, piyasa değerinden farklı olarak, bu ifade doğru olmuştur: “Bizim olan bizim aleyhimize oldu.”

 

Hafız el-Esed, 1980 yılında, o dönemdeki yıllık dış yardımın yarısına eşdeğer olan 2 milyar Suriye Lirası’nı, Rabwah tepelerinde kendi sarayını inşa etmek için temin etmeyi başardı. Bu durum, Fransız gazetesi Le Monde tarafından “diktatörlüğün simgesi” olarak nitelendirildi.

 

Bu kanunla, 1974 yılında Taşımacılık Bakanlığı’na bağlanan Lazkiye Limanı’ndaki özel sektör hisselerinin tamamı, devlet malı haline geldi ve yağma ve dolandırıcılığın konusu oldu.

Sonra Hafız Esed, Suriye topraklarının tamamı için kapsamlı bir planlama çerçevesinde nüfus yerleşimlerinin ihtiyaçlarını karşılamak istedi, ancak o ve oğlu bu konuda başarısız oldu.

Baba “başkan” 1982 yılında, konut planlamasını düzenleyen temelleri belirleyen 5 sayılı kanun düzenlemesini çıkardı. Bu düzenleme, konut planlamasını belirlemek için İskan Bakanlığı tarafından uygulanan kuralları belirledi. Ancak, 2002 yılında Beşar Esed döneminde yapılan değişikliklere rağmen, bu düzenleme, kaçak yapılaşma ve gecekondu sorunlarını artırmış, konut krizini daha da kötüleştirmiştir.

2007 yılında mühendis İyas el-Dairi tarafından yapılan, Suriye’deki gecekondu bölgeleri üzerine bir araştırma, gecekondu konutlarının yüzde 55’inin 1965-1990 yılları arasında inşa edildiğini, yüzde 37’sinin ise 1990 sonrası dönemde yapıldığını ortaya koydu.

Buna karşılık, gecekondu oranı 1990-2004 yılları arasında yüzde 200-250 oranında arttı.

El-Savra gazetesi, bu düzenleme ve değişikliklerinin 2011 yılına kadar, İmar Bakanlığı tarafından kabul edilen eski ilkelere dayalı olarak devam ettiğini ve bu ilkelerin her bölgenin özgünlüğünü dikkate almadığını belirtti. Yani, organizasyonel temeller gelişmemiştir.

Sonra Hafız Esed, 1983 yılında, Savunma Bakanlığı lehine geniş istimlak yetkileri veren 20 sayılı kanunu çıkardı.

Bu kanunun 4. maddesi şöyle demektedir: “Savunma Bakanlığı, askeri yerleşim alanları kurmak veya askerlere, şehit ailelerine, Savunma Bakanlığı çalışanlarına veya bir kararnameyle belirlenen diğer kişilere satılmak üzere konutlar yapmak için taşınmazları istimlak edebilir.”

27.madde ise “İdari otorite, kamuya ait diğer kuruluşlar adına ve Arap Sosyalist Baas Partisi ile halkçı örgütlerin yararına istimlak yapabilir” hükmünü getirmiştir.

 

Bu kanun, Esed rejiminin düşüşüne kadar geçerli oldu ve böylece “Baas” kurumları ve bağlı projeler, kamusal yarar projeleri olarak kabul edilip, istimlak edilip itiraz edilemez kararlara konu olmuştur.

En bilinen toprak ve mülkler, 1983 tarihli 20 sayılı İstimlak Kanunu kapsamında sahiplerinden gasp edilenler arasında, Şam kırsalındaki Muadamiye arazileri yer almakta ve “istimlak” adı altında devletin elinde rehin kalmıştır.

“İradet-i Şabiye” Partisi’nin sitesinde, 1985 yılında 12 bin dönüm arazinin istimlak edildiği, öncesinde ve sonrasında ise toplamda 35 bin dönüme yakın arazinin daha istimlak edildiği belirtilmiştir.

Şam Valiliği, tarım arazileri ve konutları kapsayan %85’lik kısmı “planlama projeleri” adı altında el koyduktan sonra, Esed’in Savunma Bakanlığı, Haziran 2020 ortasında 12.5 hektarlık yeni bir alanı istimlak etme kararı almıştır. Gerekçe ise “konut ve spor binalarının yapımı” idi. Peki, nerede? Esed’in kardeşi Mahir Esed’in komutasındaki 4. Kolordu’nun bulunduğu bölgelerin yakınında!

Muadamiye’deki istimlak dosyası, 2011’de Beşar Esed rejiminin devrilmesi için düzenlenen protestoların temel sebeplerinden biriydi.

Yerel gazetelere göre, Hava İstihbarat Başkanı, göstericilere istimlak konusunu kaldırmayı teklif etti, ancak halk bu öneriyi reddetti çünkü yalanların inandırıcı olmadığını biliyorlardı.

1984 yılında çıkarılan 3 sayılı “Toprak Islahı” Kanunu, Suriye halkının mülklerine el koymayı amaçlayan 161 sayılı Birlik Kanunu’nu tamamlamak için getirildi. Bu kanun, tarım arazilerini ıslah etme ve mülkiyet sınırları koyma bahanesiyle “geri kalan her şey devletindir” ilkesini uyguladı. Ancak, 161 ve 3 sayılı kanunların sonuçları “ıslah değil, tahribat” olmuştur.

 

1963 yılında tarım sektöründeki iş gücü, ülkedeki toplam iş gücünün %60’ını oluştururken, 1980’de bu oran %30’a düşmüştür. Bu da, birçok tarım arazisinin ihmal edildiğini ve çiftçilerin büyük bir kısmının bu alanlardan ayrıldığını göstermektedir. Bunun kanıtı ise şu şekildedir: 1972’de tarıma elverişli arazi alanı yaklaşık 8 milyon 504 bin hektar iken, 1978’de bu alan 2 milyon hektardan fazla azalmış ve 5 milyon 941 bin hektara düşmüştür. Bu veriler, “The Economist” dergisinin raporlarına dayanmaktadır.

İstatistikler, israf ve ihmali doğrulamaktadır: Dördüncü Beş Yıllık Plan’da, ıslah edilmesi planlanan arazilerin yalnızca %9’u ıslah edilmiştir, beşinci planda ise bu oran %8 olmuştur. 1970-1980 yılları arasında toplamda 51 bin hektar alan ıslah edilmişken, 1966’dan itibaren yapılan planlamada 640 bin hektar alanın ıslah edilmesi öngörülmüştü.

 

Bir yıl öncesine, 1957’ye bakıldığında, sulama ve yüksek verimli topraklarda yapılan toplam yatırımlar 4 milyon 649 bin hektar olup, bu rakam mevcut planlardan daha fazlaydı.

 

Ancak Hafız Esed, 1980 yılında 2 milyar Suriye Lirası (o dönemdeki dış yardımların yarısı) alarak, kendi sarayını Rıbbavi Tepeleri’ne inşa etti. Fransız gazetesi “Le Monde”, onu “diktatörlüğün sembolü” olarak tanımlamıştı.

Esed’in rejimi, yolsuzluk ve komisyonculuğun temellerini attı. Suudi Arabistan, Suriye’ye bir yıl boyunca günlük 100 bin varil petrol bağışladığında, bu satış Rotterdam’daki serbest pazarda satıldı ve varil başına 5 dolar komisyon alındığı ortaya çıktı. Bu komisyon, Suriye’nin yüksek düzeydeki yetkililerinden birinin kardeşi tarafından alındı. Bu durum, 1980 tarihli “El-Vatan Arabi” gazetesinde haber olarak yayımlandı.

 

1980 yılına ait “En-Nazır” gazetesinde, Parti Genel Sekreteri Abdullah el-Ahmer’in, Suriye’deki Baas Partisi merkezine mobilya, alüminyum ve diğer malzemeleri tedarik etmek için bir Alman şirketiyle yapılan 4.5 milyon Alman Markı değerindeki sözleşmeden 700 bin Suriye Lirası komisyon aldığı ortaya çıktı.

 

Esed’in başlattığı değişim ve modernleşme sürecinin hiçbir izine rastlanmamaktadır, bunun yerine, sadece Esed hanedanına karşı duran ve onun çıkarlarına tehdit olarak gördüğü herkesi değiştirme çabası öne çıkmıştır.

 

Hafız Esed rejiminin işlediği suçlar söz konusu olduğunda, 1982 yılında Hama Katliamı en belirgin örnektir. “Savunma Taburları” tarafından gerçekleştirilen bu katliamda, 40 bin ile 60 bin arasında Suriye vatandaşı hayatını kaybetmiş, 17 binden fazla kişi ise kaybolmuştur!

Hafız Esed, en yakın rakiplerinden biri olan ve ona karşı darbe yapmaya çalışan kardeşi Rifaat Esed’i ortadan kaldırmaya karar verdiğinde, bu adımı devlet ve halkın aleyhine atmıştır.

İki kardeş, Rifat Esed’e 300 milyon dolar değerinde büyük bir mali anlaşma yapmayı kabul etmiş, bunun üçte ikisi yani 200 milyon dolar, Suriye’nin kamu parasından alınmıştır!

“Middle East Watch” derneği, 1991 yılı raporunda Hafız Esed rejiminin insan hakları ihlallerine en çok yol açan rejimlerden biri olduğunu, yönetimi boyunca 10 binden fazla Suriyelinin öldüğünü belirtmiştir.

1984 yılında, Uluslararası Af Örgütü, Hafız Esed’in cezaevlerinde uyguladığı 38 farklı işkence türünü yayımlamış ve onun ölümünden sonra, Suriye’deki siyasi tutuklu sayısını 1500 olarak tahmin etmiştir. Ayrıca, binlerce kişi ise zorla kaybedilmiştir.

Eğer Esed’in babasının yönetimi, “Baas” partisi, ordu ve tüm kamu ile güvenlik kurumlarını baskıcı, güvenlikçi ve yolsuzluk içeren araçlarla şekillendirmeye dayanıyorsa, bu, dikta yasalarının halk kitlelerine dayatılmasını sağlamış ve Esed İmparatorluğu’nun oğluna devredilmesi için sağlam bir zemin oluşturmuştur.

Modern diktatörlük

Kaçak Başkan Beşar Esed, babasının bozduklarını düzeltmeye çalıştı, ancak “ırk huyunu belli eder.”

2000 yılında iktidara gelmesinin ardından yapılan ilk halk meclisi açılış konuşmasında Beşar Esed, babasının politikasının sürekliliğine vurgu yaparak, babasının onlara sağlam bir zemin ve istikrarlı bir temel sunduğunu, büyük bir ilke ve değerler geleneği bıraktığını belirtti.

Beşar Esed, babasının izinden gitti, hatta düşüşüne birkaç ay kala şunları söyledi: “Sosyalist pelerini çıkarmayacağız!”

Oğlu Esed’in sosyalizmi, modern bir diktatörlük biçiminde geldi, ancak Suriye devrimi ve yasa ile birlikte, hızla “şebbiha diktatörlüğü”ne dönüştü.

İktidara geldiğinde, Beşar Esed ülkeyi siyasi çoğulculuğa ve daha açık bir ekonomik politikaya yönlendireceğini vaat etti. Peki, o zaman sosyal piyasa ekonomisini ne diyecek? Esed, parayı ve yolsuzluğu yeniden finanse ederek eski rejimin varisleri olan yeni zenginlerin başına bela etti (örneğin, Rami Mahluf).

Sosyal piyasa ekonomisi, hükümetin aldığı kararların topluma birer birer dayatıldığı, sadece desteklerin kademeli olarak kaldırıldığı, yakıt ve gaz fiyatlarının yükseldiği, liranın dolar karşısında değer kaybettiği bir pazara dönüştü. Beşar Esed’in iktidara geldiği 49 lira seviyesinden 15 bin lira seviyesine yükselen döviz kurlarıyla birlikte, her zaman aynı bahane öne sürüldü: “Ülkedeki savaşın gerçekliği, bu ekonomik değişiklikleri zorunlu kıldı.” Bu değişiklikler, Esed ailesinin ve yakınlarının saraylarını etkilemedi, ancak halkın durumunu ciddi şekilde kötüleştirdi.

İnsan şaşkınlıkla izliyor ki, Beşar Esed ve rejimi halklarına hitap ederken, sanki Suriye’den değil de başka bir ülkeden bahsediyormuş gibi bir izlenim bırakıyor. Esed ve ekibi, halkın hafızasını ve çektiği acıları küçümseyerek, kendi halklarına hitap ederken adeta onları yabancılaştırıyorlar.

Beşar Esed, 2011 Suriye devriminin beşinci ayında, ardında askeri baskılar ve operasyonlar bırakırken, partiler arası çoğulculuğu savundu. Oysa, göreve geldiğinde, siyasi özgürlükleri ilk hedef alan kişi yine kendisiydi. Bu, 2000 yılında Şam’daki ilk “Şam Baharı” sırasında, halkın hukuk reformu, ekonomik ve siyasi çoğulculuk talepleri ile darbe yapmaya çağırdığı, bunun sonucunda gelen 99 ve 1000 numaralı bildirilerle birlikte gerçekleşti. Ancak bu talepler, tutuklamalar, baskılar ve dışlama kampanyaları ile karşılaştı.

Beşar Esed’in değişim ve modernleşme sürecine dair en küçük bir iz yoktur. Tek yaptığı şey, kendi Esed hanedanlığını tehdit olarak gören herkesi ortadan kaldırmaktır.

Kanun No. 20, devlet görevlileri ve ordu mensuplarının tahliye edilmesini engellemiş, bunu memurlar ve memur olmayanlar, askerler ve sivil kişiler arasında sınıfsal bir ayrım yaparak uygulamıştır. Bu durum, sanki Suriye halkının devlet çalışanlarına barınma sağlama zorunluluğu olduğu izlenimini yaratmaktadır.

 

O dönemde, büyük muhalifler (örneğin Riad et-Türk, Riad Seyf, Memun el-Humsî) hainlik, fırsatçılık, ulusal birliği ve istikrarı tehdit etme suçlamalarıyla suçlanmış ve yabancı işgali yeniden getirmekle suçlanmışlardır. Bu suçlamalar, 17 Şubat 2001 tarihli “Baas” Partisi’nin resmi bildirisi No. 1075’te yer almıştır.

Her seferinde “Esed Suriye’si”nin sağlam ve değişmez olduğunu düşündüğümüzde, bunun, tüm devlet mekanizmalarına nüfuz eden “Baas” rejimi adı altında zulüm ve korku ile yönetildiğinden kaynaklandığını fark ederiz. Bu durumda, halk ve iktidar sanki değişmeyen bir sabit, hareket etmeyen bir varlık haline gelir; burada eleştiri ve karşıt görüşlere yer yoktur.

Sonra, 2011’de Suriye devrimi patlak verdi ve Esed rejimi, Suriye halkına her türlü aşağılamayı ve işkenceyi uygulayarak, en temel haklarını, özgürlüklerini ve mülklerini ihlal etti. 2011 sonrasındaki her yıl çıkarılan 29 yasa, bu baskıcı sistemin işlediğini ve “Esed Krallığını korumak için yaşamak” adına Suriye’ye yeni bir hayat sunma çabasını gösteren bir kanıt oldu.

 

Kaynak: Majalla.com

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?