Suriye halkının yaşadığı savaşı sanatsal bir tasarım dili ile anlatan, birçok ödüle layık görülen Suriyeli genç yazar Mustafa Taceddin El Musa’nın öyküleri, Japonca da dahil olmak üzere birçok dile çevrildi. Türk edebiyatına da kazandırılan bu öykülerinin kaynağını daha iyi anlamak için Musa’yı ziyaret ettik!


Kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Mustafa Taceddin el-Musa, 1981 Suriye doğumluyum. Daha önce Şam Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nde okudum. Şu anda ise Mardin Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenim görmekteyim. Yazmaya hayatımın erken bir döneminde başladım ve bugüne kadar birkaç öykü derlemesi, tiyatro metni yayımladım; eserlerim birkaç dile çevrildi. Ayrıca gazetecilik ve medya alanında da çalıştım.

Edebi yolculuğunuza nasıl başladınız? Öykü yazmaya sizi teşvik eden şey neydi?

Yazmaya neredeyse ergenlik yıllarımda başladım. Bunun ev ortamının etkisiyle olduğunu düşünüyorum; rahmetli babam Taceddin el-Musa da bir yazardı ve doğduğumdan beri evde büyük bir kütüphane bulunuyordu. Aile dostlarımızın çoğu edebiyatçı ve özellikle sol eğilimli aydınlardan oluşuyordu. Bu çevrenin etkisi ve teşviki ile yazmaya başladım. Bana ilham veren şeyin ne olduğuna gelince, sanırım her şey bir anlık ilham kaynağı olabilir. Yaşamın her dönemi kendine özgü bir ilham sunar. Örneğin, başkentteki üniversite yaşamı, hayatımda büyük bir ilham kaynağıydı, ardından Türkiye’ye sığınmam…

Hayatınızda yazı üslubunuzu etkileyen belirli deneyimleriniz var mı?

Kesinlikle. Çocukluğumdan itibaren sol eğilimli bir aile ve çevrede bulunmam büyük bir etki bıraktı. Üniversite yılları, Şam’ın eski mahalleleri, sinemalar, arkadaşlar, kafeler ve kütüphaneler de öyle. Buna ek olarak savaş yılları ve Türkiye’ye sığınma deneyimi yazı üslubumu şekillendiren başlıca etkenlerden oldu.

Edebiyatın kültür ve toplum üzerindeki etkisini, özellikle Suriye’nin zor koşullarında nasıl görüyorsunuz?

Savaş ortamında kültür ve edebiyatın önemli bir rol oynayabileceğini sanmıyorum. Genelde silahların sesi yükseldiğinde diğer sesler, edebiyat da dahil, kısılır. Ancak bu, savaştan ötürü yazmayı bırakmamız gerektiği anlamına gelmez. Savaş yılları bittikten ve üzerinden yeterince zaman geçtikten sonra edebiyat, savaş dönemini değerlendirmek için daha güçlü bir sese sahip olabilir. Genel olarak şunu düşünüyorum, emin değilim ama; güzel edebiyat barışın ürünüdür, savaşın değil. Fakat bu her zaman geçerli olan bir kural değildir.


Hikayelerinizin diğer dillere çevrilmesi size neler hissettirdi?

Bu elbette güzel bir duygu. Çeviriler, herhangi bir metnin daha geniş bir kitle tarafından okunma olasılığını artırır ve eserin farklı kültürlere ulaşmasını sağlar ki bu, metin açısından önemli bir sınavdır. Genel olarak hikayelerimin ve tiyatro metinlerimin birçok dünya diline çevrilmiş olması ve çevirmenlerden, yayıncılardan ve okurlardan olumlu geri dönüşler alması beni mutlu etti.

Türkiye’de kitaplarınızı tanıtma konusunda karşılaştığınız zorluklar nelerdi?

Dil konusu, Türk okurlara kitaplarımı tanıtma açısından en büyük zorluktu; çünkü Türkçe bilmiyorum ve Türk okurların çoğu da Arapça bilmiyor. Ancak kitaplarım, bu engeli Türk çevirmen Merve Yaylacı ve Farabi Kitap Yayınevi Müdürü Peren Birsaygılı Mut’un çabaları sayesinde aşmayı başardı.

Göç deneyimi yazılarınızı nasıl etkiledi? Çalışmalarınızda kişisel deneyimlerinizi yansıtıyor musunuz?

Sanırım göç, hayatımın en önemli deneyimlerinden biriydi ve öyle olmaya devam ediyor. 2014’ten bu yana süren göç deneyimim, birçok hikayem ve tiyatro eserimde açık bir iz bıraktı. Bu deneyim, yazılarımı insani açıdan zengin ve derin bir yöne taşıdı; insanlık açısından acı dolu, birçok düşünceyle dolu bir hazine oluşturdu ki bu, yazarın yazı sürecinde ilham alabileceği güçlü bir kaynaktır.

Suriye’de yazmak ile Türkiye gibi yeni bir ortamda yazmak arasında bir fark var mı?

Elbette fark var, çünkü yaşamın doğası değişti ve yaşamın değişimi yazıya güçlü bir şekilde yansımalı. Yazar, düşünce ve duygu düzeyinde sürekli ve dinamik bir etkileşim içinde, bu yeni gerçeklik değişimlerinin gölgesi altında yazılarını şekillendiriyor. Bu değişim, metinlerin yazılmasına farkında olmadan etkisini gösteriyor.

Mevcut koşullarda Suriye edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Şu an için bu konuda bir öngörüde bulunmak zor, çünkü yaşam hâlâ bulanık ve karmaşık; edebiyat da bu durumun bir yansıması. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, yeni, önemli, daha cesur ve dürüst eserler yazılmalı; gerekirse yenilginin bile tasviri yapılmalı. Savaş yılları ve dökülen kan, edebiyat dünyasında birçok tabuyu kırdı, sansür ortadan kalktı. Gerek Suriye içinde gerekse mehcer ülkelerinde birçok yazar, önemli yaşam deneyimleri ve düşünsel birikimlerle dolup taştı.

Şu anki ya da gelecekteki edebi projeleriniz nelerdir?

Birçok taslak ve tamamlanmamış metnim var; zamanla onlara gerektiği gibi çalışacağım, hem hikayeler hem de tiyatro oyunları ve başka türlerde.

Kitaplarınızı dünyaya ulaştırmanızı engelleyen zorluklar nelerdir?

Bence bu, tüm yazarların karşılaştığı bir zorluk: Özgün edebi eserleri diğer dillere aktarmak için özel olarak çalışan kurumların eksikliği. Arapçadan diğer dillere çeviri süreci genelde bireysel çabalara dayanıyor.

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?