1982’de dönemin Suriye lideri Hafız Esed’in yaptığı ve en az 30 bin sivilin can vermesiyle sonuçlanan Hama Katliamı yaşandığında henüz 3 yaşında imiş. Babası, tarumar olan şehri arkasında bırakıp ailesini çıkarmış oradan. O zamandan beri dünyanın farklı yerlerinde bir yaşam mücadelesi ve sonunda kendi halkına faydalı olmak için sürdürdüğü fedakarlık öyküsü Halid İsa’nınki.
Mülteci kamplarında geçen günleri-geceleri, uzun uzadıya yaptığı görüşmeler ve hayırseverlerden topladığı yardımları, halkı için her türlü inceliğin düşünüldüğü projelere dönüştürmek için merkezi İstanbul olan Ataa Derneği’ni kurarak kollarını sıvamış. Ve İstanbul’dan, Türkiye’den bilfiil 10 yıldır gece gündüz demeden gayretleriyle bugün Suriye içinde en önemli projeleri gerçekleştiren mimarlardan biri olmuş.
10’lar Medya olarak Khalid İsa ile, insanı, insani yardımı, insani yardımın incelik ve hassasiyetlerini, çocukları-gençleri-yaşlıları konuştuk. Sorduğumuz her soruya birbirinden ince cevaplar aldık, etkileyici hikayeler dinledik.
İlk olarak hayat hikayenizi dinlemek isteriz.
Khalid İsa. Hama’da doğdum. Bu şehir, 80’lerde tamamen yerle bir edildi. O dönem babamla birlikte henüz 3 yaşındayken şehri terk ettik. 43 sene önce. Sonrasında farklı farklı ülkelerde yaşadık. Irak, İngiltere, Ürdün. Lise ve üniversite eğitimimi Ürdün’de tamamladım, ziraat mühendisliği okudum. Sonra evlendim, bir dönem Kuveyt’te bir şirket kurdum. Zirai danışmanlık ve ziraat teknolojiler alanında hizmet veren bir şirketti. 2011-2012 yılında insanlar özgürlük talebiyle sokağa dökülüp Suriye’deki olaylar patlak verdiğinde, çok sayıda insan mülteci olduktan sonra, bazı insani yardım kuruluşlarına destek olmak için Türkiye’ye geldik. Kuveyt’te fon sahibi tanıdıklarımız vardı, bağlantılarımız vardı. Bu şekilde insani yardım alanına giriş yapmış olduk. Kuveyt insani yardım alanında önemli işler yapıyordu o yüzden bu iş bizim için yabancı bir iş değildi. Ancak insanların durumunu gördükçe bu işin bireysel bir çaba ile olamayacağını anladık. Sürdürülebilir bir destek olması gerekiyordu. O yüzden Körfez’den gelen bazı arkadaşlarla birlikte bir yer kurmamız gerektiğine karar verdik. Devamlılık ve kalıcı şeyler için böyle bir şeye ihtiyaç vardı. 2013 yılında Ataa Derneğini kurduk. 4 yıl boyunca Kuveyt’e gidip geldim. 1 ay, 1 buçuk ay evde olamıyordum. Kamplarda, mültecilerin arasında, Türkiye’nin güney şehirlerindeydim. Sonra ailemi de buraya getirmeye karar verdim. O zamandan beri İstanbul’dayız. Türkiye’de 4, Suriye’de 8 ofisimiz var. O zamandan bu yana çabalıyoruz.
Sizler Ataa Derneği olarak yıllardır sahada insani yardım faaliyetleri yürütüyorsunuz. Sizce “insani yardım” konusunda “olmazsa olmaz” olan nedir?
İnsani yardım meselesinde herhangi bir şey için “bu zorunlu, olmazsa olmaz” gibi bir şey söyleyemezsiniz. Neden mi? Eğer açlık varsa işin içine yemeği de sokmak zorundasınız. Soğuk söz konusu ise ısıtmayı devreye sokmak durumundasınız. İnsanların sığınacak bir yeri kalmadıysa, yerleştirme ve barınak meselesini düşünmek zorundasınız. İnsanlara ihtiyaca göre yardım etmek zorundasınız. İnsanların ihtiyaçları farklıdır, bu ihtiyaçlar zamana ve mekana göre değişim gösterebiliyor. Her ihtiyaç, vaktine göre asli ihtiyaçtır. Ancak yine de bu soruya cevap verecek olursam, insani alanda çalışan birinin en önemli görevi insanların kaybettiği zamanda ihtiyaçları olan umudu onların kalbinde yeşertmektir. İnsanların yanında bir insana ihtiyaç duyduğu zaman orada bulunabilmektir. İşte bu insani yardımdır. “Gerektiğinde, ihtiyaç olduğunda.” Nerede ihtiyaç var ise o ihtiyaçları karşılamak için orada olacağız dedik ve 10 senedir burada bunu yapmak için gayret ediyoruz. Bu yüzden bizim projelerimizin, programlarımızın ne kadar çeşitli olduğunu görebilirsiniz. Acil yardımdan tutun, konut projelerine, eğitimden tutun da mesleki kurslara varıncaya kadar farklı projelerimiz var. Tüm bunlar kendi vakti içinde zaruri ihtiyaçlardır, aslidir.

Aslında ben insani yardım çalışanının olmazsa olmazını sormuştum. Ancak kapsamlı ve güzel bir cevap oldu. Özellikle de “insanların kalbine umut ekmek, umudu yeşertmek…” Teşekkür ederiz. Sıradaki sorum şu, sahada işinizi yaparken tanık olduğunuz, etkilendiğiniz ve hafızanızda iz bırakan bir olaylar nelerdir?
Sahada çalışırken, insanlara temas ederken çok fazla etkileyici hikayeye şahitlik ediyorsunuz. Saymakla bitmez. Ama iki tane olay var ki onları hiç unutamıyorum. Birincisi, 2013’te ilk bu işe başladığımız zamanlardaydı. İkincisi ise deprem zamanı. İlkini anlatayım önce. 2013 yılı. Türkiye-Suriye sınırında insanların durumlarını tespit etmek ve ihtiyaçlarını gidermek için dolaşıyorduk. Kadınlar, çocuklar ve ailelerden oluşan bir grup gördük. Zeytin ağaçlarının altında yaşıyorlardı. Yaklaşık 100 aile vardı. Sığınacak hiçbir yerleri yoktu. Savaştan kaçıp kendilerini buraya atmışlardı. Arapça’da şöyle denir, “Yatakları toprak, yorganları gökyüzüydü”… Hiçbir şeyleri yoktu. Subhanallah… Sonra birkaç telefon görüşmesi yaptık, yaklaşık 1 saat içinde onlara 100 tane çadır temin ettik. Ve birkaç gün içinde çadırlar hazırdı. Kamp kurulmuştu. İşler bitmişti. Yaklaşık 6 ay sonra aynı bölgeye tekrar gittim. O kampı ziyaret ettim. 9-10 yaşlarında bir çocuk bana öyle bir şey yaşattı ki… Koşarak bana geldi, sımsıkı sarıldı. Sanki beni tanıyor, beni biliyor gibi bir hali vardı çok şaşırdım. Sonra dedim ki, “Beni tanıyor musun ki?” Bana baktı, “Tabii, sen bize çadır getiren amca değil misin?” O an birilerinin hayatını nasıl etkilediğimizi anladım. Ve asla unutmuyor. Bu insan bize bunu getirdi. Ben sadece aracıyım aslında, ben götürmedim sonuçta. Küçücük bir çocuğun zihnine nasıl kazındığımı görmek, babası gibi sarılması beni çok etkiledi. Yetim bir çocuktu. Çok çok etkilendiğim bir olaydı o an yaşadığım. Diğeri ise deprem sonrasında yaşadığım bir olaydı. Çam Sakura’da yatan depremzedeleri ziyaret ediyorduk. 9 yaşında bir kız çocuğu. İki bacağını kaybetmiş. Çok küskün bir haldeydi. Ağlıyordu, “Ayaklarımı istiyorum” diye bağırıyordu. Annesine ve oradaki görevlilere bağırıyordu. Çocuğu ziyaret ettik, bazı oyuncaklar verdik. O dönemde depremzede çocukları ziyaret ediyorduk. İki gün geçti. Sonra tekrar hastaneye gittik. O küçük kızın yanına tekrar uğradık. Değişik bir rıza hali gelmişti küçük kıza. Bağırmıyordu, öfkeli değildi. Annesine sordum, “İki günde ne değişti ki?” dedim. “Siz gittikten sonraki gün bu odaya bir başka depremzede çocuk daha getirdiler. Feryat ediyor, bağırıyordu. Kafasını kaşımak istiyordu, ama iki elini birden kaybetmişti. Sonra benim kızım ona baktı, elleri olduğu için buna şükretti. Sonra o kızı başka odaya aldılar.” dedi. Subhanallah… Allah sanki bu küçük kıza bir mesaj gönderdi. Allah ona, “Nimetler çok ve her kul için farklı. O yüzden umutsuzluğa kapılma, öfkelenme” diyordu sanki. Allah ona hakiki bir misal göndermişti. Bu da bende iz bırakan hikayelerden biridir. Şunu derinden hissettim, içinde bulunduğumuz nimetlerin hacmi o kadar büyük ki ne olursa olsun gücenmememiz gerekiyor.
ATAA derneği olarak yaptığınız faaliyetler, temel ihtiyaçların ötesine geçiyor ve insanların ruhuna ve psikolojisine faydalı olabiliyor mu? İnsanlara kendilerini değerli hissettirecek incelikli şeyler yapıyor musunuz? Örneğin su temel bir ihtiyaçtır ama kahve zevki olan bir şeydir.
Bizim misyonumuzun bir parçası işini ihsanla yapmaktır. İhsan şudur, zaruri ve asli olan ihtiyacı rıza ve memnuniyet seviyesine çıkarmaktır. Bizim işimizin bir parçası budur. Bu anlayışla hizmet vermeye çalışıyoruz. Bugün Ataa Derneği’nin, insanların nezdinde bu kadar hüsnü kabul görmesinin sebeplerinden biri de budur. Sadece asli olanı sunmak değil, işini daha kaliteli hale getirip durumu iyileştirmek amacımız. En muhtaç olan, en fakir olan insan bile şunu hissetmek ister, ihtiyacı görüldükten sonra bir sonraki ihtiyacına karşılık verilmesi. Mesela şöyle örnek vereyim, biz bir kamp inşa ediyoruz, çocuklar için bir oyun alanı yapıyoruz. Bu zaruri değil belki ama biz bunu zaruri olarak görüyoruz. Bizim misyonumuzun bir parçası bu.
İnsani yardım alanında sizi en çok hangi grup motive ediyor? Çocuklar mı, gençler mi, yaşlılar mı?
Bizim misyonumuzun bir parçası da şu, toplumların dirilmesini ve ayağa kalkmasını sağlamak. İşin hakikati şu, toplum da bu gruplardan oluşuyor. Kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar… Ama özellikle gelecek onlardan ibaret olduğu için, çocuklar ve gençlerimizin umutsuzluğa düşmemesini arzu ediyoruz. Onların içinde umut yeşertmek istiyoruz. O yüzden onlara daha çok odaklanmaya çalışıyoruz. Özellikle eğitimde çocukları, mesleki kurs ve iş fırsatlarında da gençleri inceliyoruz. Gelecek onların, o yüzden onları tüm standartlara göre doğru şekilde yetiştirmek, doğru şekilde büyüme ve gelişmelerini sağlamak çok önemli. Çünkü geleceğimiz ortak, hep birlikte göreceğiz. Amacımız biraz da bu zaten, toplumu ayağa kaldırmak, toplumu kaldırarak geleceğimiz olan çocuklarımızın yetişmesini sağlamak. En çok çocuklara yoğunlaştığımızı, bizi en çok onların motive ettiğini söylemek mümkün.
İnsani yardım alanında çalışan bir kişinin temel motivasyonu nedir?
İnsanlar hep soruyor. “Bu işin zorluğu ne, insani yardım alanında çalışan bir kişi neyle karşılaşıyor?” diye. İnsanın ihtiyaçları sıralayan Maslow piramidine bakacak olursak, önce fizyolojik gereksinimler, sonra güvenlik gereksinimi, sonra ait olma, sevgi gereksinimi, sonra saygınlık gereksinimi en son da kendini gerçekleştirme gereksinimi gelir. İnsani yardım alanında çalışmak, bir kişinin bu ihtiyaçlarının tamamını karşılar. Şunu hissediyorsun, senin hayatın bir misyon. Senin hayatının bir mesajı var. Senin bir faydan var. Hayatın kıymetli. İnsan hayatı kıymetli. Ve insanın kıymeti “ataa”dan geliyor yani vermek, paylaşmak. İnsani yardım çalışanlarının bu işi devam ettirmelerinin sırrı burada. Bu işle meşgul olunca insan kendi içinde rıza ve mutmain hissediyor, kendini gerçekleştirmiş hissediyor. Bu rıza hissi, insani yardımda devam etmeyi sağlayan en önemli duygu.
Türkiye’de seçim süreci sona erdi. Bu süreçte mülteci konusu çok konuşuldu ve mülteciler siyasi bir malzeme haline getirildi. Türk toplumunun büyük bir kesimi Suriyelileri sıcak karşılıyor ama nefret söylemleri de var. Bu bağlamda sizce Suriyeliler ve Türkler arasındaki sosyal entegrasyonda eksik olan halka nedir? Suriyeliler ile Türkler arasındaki entegrasyonun daha sağlıklı bir zeminde gerçekleşmesi için neler yapılabilir?
Bence eksik halka şu: Biz Suriyeliler olarak, Türklere Türk aklıyla muamele etmeyi, o şekilde muhatap olmayı bilmiyoruz. Onlara kendi düşünce biçimimizle muhatap alıyoruz. Biz bu dili kaçırıyoruz. Ben kendi düşünce biçimimle düşünüyorum, sanıyorum ki Türkler de bu şekilde düşünüyor. Ama hayır. Onların düşünce biçimi farklı, bizimki farklı. Bu yüzden önce Türklerin düşünce biçimini anlayıp o şekilde muhatap olmamız gerekiyor. Aynı şekilde Türklerin de gerek resmi makamlar gerekse halkın muhatap alış şekli kendi düşünce biçimine göre oluyor, Suriyeli düşünceye göre değil. Bir toplumda entegrasyon olacaksa, o toplumun dili ile onunla muhatap olunması gerekiyor. Bence entegrasyonda eksik olan halka bu. Bir diğer mesele de, bizim aramızdaki tarihi ve coğrafi bağlar yok edilemez, yok sayılamaz. 3 bin sene 4 bin senelik bir bağ. Ne olursa olsun, Türkiye Suriye’nin kuzeyinde, Suriye Türkiye’nin güneyinde kalmaya devam edecek. 700 kilometrelik bir sınır var. Tarihimiz 4 bin senedir bir ve böyle devam edecek. Ta ki kıyamete kadar. O yüzden şu düşünceyi anlamak gerekiyor; biz komşuyuz, ezeli bir bağımız var, bazen savaşlar, bazen siyasi olaylar bizi ayırsa da tamamen parçalanması mümkün değil. Eğer bu sevdiğimiz ülkede gerçek bir büyüme, barış, kalkınma, ilerleme görmek istiyorsak, çeşitliliğin ve farklılığın bir ayrıcalık olduğunu, faziletli olduğunu idrak etmemiz gerekiyor. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin tamamı, düşüncelerindeki o mahdudiyetten çıktıkları zaman, bu farklılığın, çeşitliliğin zenginlik olduğunu anlamıştır. Bu çeşitlilik, o ülkelerin başka kültürlere açılmasına vesile olmuştur. Bu yüzden, Türkiye’yi seven insanlar olarak, bu renklerin ve farklılığının ortak faydalarına odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bugün biz Suriyeliler olarak Türkiye’nin renklerinden bir rengiyiz. Türklerin Suriyelilere bu gözle bakmasını umuyorum. Bu toplumun renklerinden bir renk. Aynı şekilde Suriyelilerin de şunu düşünmesi lazım: “Bu ülke bize çok fazla şey verdi. O yüzden ben de bu ülke için bir şeyler yapmalıyım. Üretmeliyim, aktif olmalıyım, kanunlara uymalıyım, bu ülkeyi, bu toprakları ve halkını sevmeliyim.” Eğer bu merhaleye ulaşırsak, çoğu sorunun halledilebileceğini düşünüyorum. Bunları idrak edebilirsek, bu büyük kutuplaşma sona erecektir.

Gönüllü ve onurlu geri dönüş hakkındaki düşünceleriniz?
Suriyelilerin geneli vatanını seven insanlar. Savaş öncesinde, Suriyeliler Türkiye’ye gezmek için gelirdi. Ya da Avrupa’ya. Ülkelerini sevdikleri için geri dönerdi. Onları vatanlarından çıkaran sebep sona erdiğinde, döneceklerdir. Bu dönüşün onların hakkı olduğunu vurgulamak isterim. Onları göçe zorlayan sebepleri ortadan kaldırıldığında, gönüllü olarak dönecekler. Bunu gerçekleştirecekler. Köyünü, şehrini özledi insanlar, oraları yeniden inşa etmek istiyorlar. Ancak şu anda hala engeller var, hala ölümden korku var. Bu yüzden, evlatları için kendi canları için endişeleniyor insanlar dönemiyor. Gerçekten barış ve güveni hissetseler çoğu dönecektir.
Şu anda Suriyelilerin dönüşüne yönelik konut projeleri var. Sizce bu projeler Suriyelileri ‘barınma’ ihtiyacının ötesinde tatmin edebilecek mi?
Halihazırda Suriye’nin kuzeyi için çok fazla konut projesi var. Bunların temel amacı, kamplarda ve çadırlarda insani olmayan şartlarda yaşayan insanların, insana daha yaraşır bir şekilde yaşayacakları evlerde yaşamasını sağlamak. Ancak bu onları razı eder mi, onların ev ihtiyacını karşılamak memnun etmek için yeter mi? Kesinlikle hayır. O eve yerleştikten sonra güven hissini arayacaklar. Güvende hissetmek isteyecekler. Bu insanlar zaten evini terk edip çadırlara güvende hissetmedikleri için kaçmıştı. Birincisi bu. İkincisi iş. İş olmadan, gelir olmadan insanlar evlerde kalamaz, açlıktan ölür. Daha önce de söylediğim gibi, toplumun ayağa kalkması bir gruplar bütünüdür, bileşenleri birbirinden ayıramazsınız. Eğitim bunun bir parçası, barınak bunun bir parçası. Eğitim olmazsa, insanlar çocuklarının geleceğini nasıl bina etsin? Çoğu insan, okul yoksa o yapılan yerleşmek istemeyecektir, iş yoksa oturmak istemeyecektir, güvende hissetmezse oturmak istemeyecektir. Tüm bunlar birbirine bağlı faktörler. Hepsinin sağlanması lazım ki bu projeler başarıya ulaşsın. Dolayısıyla Kuzey Suriye’de bu projeler üstünde çalışanlar bunun bilincinde ve buna göre çalışıyorlar. Bunlar insanların durumunun iyileşmesinde temel adımlar olacak.