Suriyeli araştırmacı-yazar Basil Haffar. İDRAK Araştırma ve Danışmanlık Merkezi’nin kurucusu ve müdürü. 12 senedir ailesi ile birlikte Türkiye’de yaşıyor. Haffar buraya ilk geldiğinden bu yana hayatında çok şey değişmiş. Devrimin ilk yıllarında Suriye’ye sıklıkla gidip gelen Haffar, Türkiye’de çevresinden duyduklarını değil, kendi öngörülerini uygulayan ve pişman olmayan vizyon sahibi bir aydın. O dönem Türkiye’ye gelen çoğu Suriyeli, çocuklarını “asimilasyon” endişesine karşı Arap okullarında okuturken, Haffar bu söylemlere kulaklarını tıkayıp evlatlarını Türk okulunda okutmuş.
10’lar Medya olarak, “Burada yaşıyorsak, tam manasıyla buranın insanı olmalıyız” diye düşündüm diyen Haffar ile insanı, savaşı, göçü, yeniden başlamayı, çocuğu ve hafızasından silemediği manzaraları konuştuk.
Sizi daha yakından tanımak isteriz.
Ben Basil Haffar. Suriye Halep doğumluyum. Ailem Suriye’yi devrimden çok önce terk etti. Çünkü rejime muhaliflerdi. Rejim muhalif olduğu için babamın peşindeydi. O yüzden ayrıldık, birden çok ülkede yaşadık. Bir süre Irak’ta, Yemen’de ve başka ülkelerde yaşadık. Sonra devrimin başladığı dönemde 2011’de Suriye’ye döndük ama orada kalamadık ve Türkiye’ye geldik. Türkiye’ye ilk geldiğimizde burada ne kadar kalacağımızı bilmiyorduk. Kaç sene kalacağımızı, uzun mu kısa mı duracağımızı bilmiyorduk. Burayı da çok bilmiyorduk açıkçası. Daha önce Türkiye’ye gelip gittim ama uzun süre kalmadım. Daha önce buraya taşınan Araplara sormaya başladık. Ki o dönemde sayıları gerçekten çok azdı.
Buraya geldiğiniz dönem hakikaten de Türkiye’deki Suriyeli sayısının çok az olduğu bir dönemdi. O dönemde muhtemelen bir bilinmezlik içindeydiniz. Öyle bir ortamda, çocuklarınızın eğitim hayatıyla ilgili nasıl kararlar aldınız?
Büyük oğlum Abdurrahman, o dönemde birinci sınıfa başlayacaktı. Okul arayışındaydık. Çevremizdeki çoğu kişi, Arap okuluna göndermemizi tavsiye ediyordu. O dönem İstanbul’da Arapça eğitim veren sadece 3 okul vardı. Ama biz Türk okuluna vermeye karar verdik. Yakınımızda bir devlet okulu vardı. Kararımıza çok fazla karşı çıkan oldu, “Çocuklar çok zorlanır önce Arap okuluna verseydiniz, Türkçe’yi öğrenip sonra Türk okuluna gönderseydiniz” dediler. Ama biz çocuklarımızı ilk andan itibaren Türk okuluna vermek istedik. Tabii ki ilk başta zorlandılar. Türkçe’yi bilmiyorlardı. Ama okul çok yardımcı oldu. Okulda bir öğretmen hanım vardı. Her gün okul çıkışı mutlaka yarım saatini ya da bir saatini ayırıp benim çocuklarıma Türkçe öğretmek için gayret ediyordu. Sınıftaki diğer çocuklarla iletişime geçmeleri için basit şeyleri öğretmeye başlamıştı. O öğretmen hanım sayesinde çocuklarımız harfleri, sayıları, bazı temel ifadeleri, bir şeyi nasıl isteyeceklerini vs hızlı bir şekilde öğrendi. Hatta bazen eşimi ya da beni de derslere çağırıp çocukları nasıl çalıştıracağımızı gösteriyordu. Çocuklarımızın okula entegre olması için, Türk çocuklarla kaynaşması için çok yardımcı oldu. Allah ondan razı olsun. Birkaç ay sonra çocuklar Türkçe konuşmaya başladı, Türk öğrencilerle anlaşmaya başladılar. Türkçe eğitim alıyorlar, Türkçe sınava giriyorlar. O günden bu yana Türklerle iç içeler. O dönem birinci sınıfa Türkiye’de başlayan oğlum, şimdi üniversiteye başlayacak. Türklerle iç içeler, Türkçe’yi iyi biliyor, Türk toplumunu biliyor.
Türkiye’de “İDRAK” araştırma merkezini kurdunuz. İDRAK ne üzerine çalışır, amacı nedir?
2011 yılında devrim başladığında, sürekli Suriye’ye gidip geliyordum. Türkiye’ye sadece ailemin sağlık durumundan emin olmak için gelip kısa süre kalıyordum. İlk 3 yılın büyük kısmını Suriye’nin içinde geçirdim. Fark ettim ki; Suriye’nin bölgelerinde bilgi paylaşımı ve diğer konularda bir kaos var. Rejim yaklaşık 40 yıldır bunu engelliyordu. Araştırma merkezlerinin açılmasını, özgür ve bağımsız medya kuruluşlarını, dergileri, platformları ve gazeteleri… Tüm medya kuruluşları rejime bağlıydı. Bu da Suriye siyasetinde ve toplumunda büyük bir boşluğu beraberinde getirdi. Biz de İDRAK gibi bir araştırma merkezi kurarak, karar mekanizmalarına kılavuzluk ederek siyasi kararların yönlendirilmesine katkıda bulunmasını amaçladık. İDRAK, Suriye’deki durumu aktarıyor, olan biteni insanlara gösteriyor. Kısacası, Suriye ile alakalı karar mekanizmalarına önemli çalışma ve belgeler sunarak, onlara nasıl bir yol izleyeceklerine dair siyasi önerilerde bulunuyor.
Türkiye ile Suriye arasında son dönemde konuşulan “normalleşme”ye ilişkin düşünceleriniz nedir?
Önce şunu açıklığa kavuşturmak lazım. Ben bunun adına “normalleşme” demiyorum. Şu ana kadar yapılan şeyin adı “iletişim süreci”dir. Normalleşme dediğimiz şey çok çok ileri bir seviyedir. Türkiye ve Suriye arasındaki normalleşme yolu benim tahminimce çok engebeli, inişli-çıkışlı ve sorunlarla dolu olacaktır. Şu an olanlar Türkiye tarafı ile Suriye rejimi arasında bir iletişim sürecidir. Çözülmesi gereken bazı dosyalar var; kimisi güvenlik, ekonomik, toplumsal ve insani meseleler bunlar. Türkiye ya da diğer bölge ülkelerinin rejim ile temas kurmadan bu dosyalarda ilerleme kaydetmesi mümkün değil. Türkiye ya da diğer ülkeler için bu temas ya da iletişim, bazılarının söylediği gibi “Rejimin bu zamana kadar yaptıklarını sildik, yeni bir sayfa açtık” şeklinde olmayacak. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bir tehdit var. Hepimiz bunun bilincindeyiz. Terör grupları Türkiye’nin sınırlarına yaklaşıyorlar. Suriye’nin içindeki savaşı Türkiye’ye taşımaya çalışıyorlar. Türkiye de bu tehdit ile her açıdan mücadele etmek ve yüzleşmek istiyor. Bu bağlamda bir zemin oluşturmak istiyor. Bunlardan biri de rejim ile diyalog ve Rusya üzerinden bir uzlaşı. Benim tahminim, rejim daha önce de çok kez yaptığı gibi yine masayı terk edecek. Rejim, “Anlaşmaya hazırız, iletişime hazırız, meselelerin çözümü için diyaloğa hazırız” der ama masayı terk eder. Eninde sonunda Türkiye’ye de aynısını yapacağını düşünüyorum. Rejim, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditleri gidermek için yardımcı olmak yerine, Türkiye ve dünya şunu görecek ki Türkiye’nin maruz kaldığı bu tehdidi kışkırtan unsurlardan birisi zaten rejimin kendisidir. Ancak günün sonunda, elbette ki Türkiye Cumhuriyeti, kendi maslahatını iyi bilmektedir. Ve biz böyle bir devlete ne yapacağını ya da ne yapmayacağını söyleyemeyiz. Biz sadece gelişmeleri takip eder düşüncemizi söyleriz.
Suriye’nin geleceğine ilişkin yazılıp çizilen senaryolara vakıf olan isimlerden birisiniz. Bu bağlamda, sizce Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Gerçekleşmesi en kuvvetli görülen birkaç senaryo var. Birisi, şu anki durumun “dondurulması”. Bu şu manaya geliyor. Suriye şu an fiili olarak 3 hükümet tarafından yönetiliyor. Birisi rejim, birisi muhaliflerin hükümeti diğeri ise ABD ya da müttefikleri gibi üçüncü bir tarafın yönettiği hükümet. Bu üç hükümet birkaç sene varlığını sürdürecek. Sonrasında bir şekilde iletişim kanalları kurarak temasa geçmek durumunda kalacaklar. Bu taraflar arasında ekonomik, siyasi ve diğer pek çok konuda doğrudan temas olabilir.
Bu bahsettiğiniz ilk senaryo Türkiye’yi memnun edecek bir senaryo mu sizce?
Türkiye bu düzenden memnun olmayacaktır kanaatindeyim. Esasen Suriyeliler de razı değil. Üç tane Suriye olmasını onlar da istemez. Onlar da belli bir siyasi rejimin olduğu, en azından belli bir düzeyde medeniyetin, insani standartların olduğu “Tek Suriye” istiyorlar. Türkiye mevcut durumdan en çok etkilenen, mağdur olan ülkelerden biri. Bir çok sebepten dolayı Türkiye mevcut durum üzerinde mutabık kalmak istemiyor. Mevcut durum, Türkiye için süregelen güvenlik sorununun müsebbiblerinden biridir. ABD’den destek alan gruplar, Türkiye’ye karşı düşmanca eylemler gerçekleştiriyor. Bir diğer mesele, mevcut durum, mülteci meselesini çözemiyor. Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Avrupa ülkelerinde çok fazla mülteci var. Haliyle tüm bu ülkeler, mültecilerin Suriye’ye dönmesine imkan tanıyan bir çözüm istiyor. Ayrıca mevcut durum, Suriye toplumunun bileşenlerinin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Suriye toplumu şu an yaşam şartlarının çok kötü olmasından şikayet ediyor. Çok fazla insan kamplarda yaşıyor. Çok sayıda insan iç göç yapmak durumunda kaldı. Ekonomi tamamen çökmüş durumda. Tabi ki eğitim sistemi, sağlık sistemi de aynı şekilde.
Şu an var olan durumun devam edeceği öngörülüyor, en gerçekçi senaryo bu. Çünkü askeri tehdit hala devam ediyor, rejim hala bombardımanlarını sürdürüyor. Ancak er ya da geç bu durumun daha istikrarlı bir duruma dönüştürülmesi gerekiyor.
Suriye sokaklarında yaşadığınız, hafızanızdan silemediğiniz bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Suriye ile ilgili unutamadığım bir anı, 2011 yılı Mayıs ayı. Devrimin ilk günleri. Suriye’ye gittim. Kuzey bölgesindeyim. Şimdi o bölgeler özgürleştirildi. Suriye’ye uzun yıllar sonra ilk kez giriyorum. Ailem nedeniyle ülkeye girişimiz yasaktı. Ülkeye girdim. Sokaklarda dolaştım, insanlarla tanıştım. Yakınlarımla konuştum. Rejim, bizim akrabalarımızla iletişim kurmamızı engelliyordu. Öyle ki, rejim bazen sadece telefonda konuştuğu için insanları tutukluyordu. Amcalarımla, halalarımla ve kuzenlerimle konuştum. Daha önce sadece Skype üzerinden konuşabildiğim tanıdıklarımla konuştum. İnsanların gösteri yapması, düşüncelerini söyleyebilmesi, isteklerini açıkça haykırması çok tuhaf gelmişti… O gün gördüklerimi asla unutamıyorum.
Türkiye’ye yönelik aidiyet hissediyor musunuz?
13 senedir Türkiye’deyim. Türkçe öğreniyorum. Çocuklarım Türkçe’yi anadilleri gibi konuşuyorlar. Evde Türkçe konuşuyorlar. Özellikle de bizim bilmemizi istemediği şeyleri kendi aralarında Türkçe konuşuyorlar. Kendimizi bu toplumun bir parçası gibi hissediyoruz. Biz de “onlar” gibiyiz.
Türkiye’yi ve Türkleri 3 kelime ile özetlemek isteseniz, ne söylersiniz?
Türkler pratik insanlar. Beklemeyi ve oyalanmayı sevmiyorlar, sonuç odaklılar ve bir işe başladılar ise bitirmek istiyorlar. İkincisi, Türkler her ne kadar farklı bileşenlerden, dinlerden milletlerden oluşsa da “tek” bir halk, birlik içindeler. Vatanperverler. Üçüncüsü, Türkler “İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir” düsturuna iman etmiş insanlar. Bazıları dini bağlamda buna inanıyor, bazıları insani bağlamda ya da başka bir şekilde. Ama Türk insanında bunu çok net görüyorsunuz.