Psikolog Amir Ghadban. Ülkesinden uzakta, başka insanlara umut olmak için çalışıyor. Suriye’yi erken dönemde terk etmek zorunda kalanlardan. Henüz 14 yaşında, babası rejim tarafından “mimlenen” isimlerden biri olduğu için ülke ülke gezmek durumunda kalmış. Farklı Arap ülkelerinde yaşadıktan sonra ailesiyle birlikte Türkiyeye yerleşmiş. 

Kendisiyle Suriye toplumunu, aile yapısını, insanı, umudu ve hayatı konuştuk. 

Amir Ghadban kimdir? 

İsmim Amir Ghadban. 55 yaşındayım. Psikoloğum. 3 yıldır Türkiye’deyim. Suriye’den ayrıldıktan sonra 3 farklı ülkede bulundum; Ürdün, Suudi Arabistan ve Katar. Suriye’den devrimden çok önce ayrıldık. Sebebi, 80’lerde yaşanan bazı siyasi olaylardı. O dönemde 14 yaşındaydım. O zamandan beri farklı ülkelere göç ediyorum. Hayatımın büyük çoğunluğunu yurtdışında geçirdim, yurtdışında evlendim, çocuklarım yurtdışında dünyaya geldi ve dışarıda büyüdü. Suriye’de 2011’de olayların başlamasıyla beraber, yurtdışında yaşayan Suriyeli azınlıklar için çalışmaya başladık. Psikolojik, toplumsal ve insani desteğe ihtiyacı olan Suriyeli mülteciler için destek vermeye başladık. O zamandan beri Ürdün ve Türkiye’deki mülteciler için psikolog olarak hizmet veriyorum. 

Kendi vatanından uzakta bir psikolog olarak yaşamak size kendinizi nasıl hissettiriyor?

Psikologlar “esnek” olmak zorunda. Bilgi ve birikimlerimizi donuk bir şekilde alıp tüm toplumlara uygulayamayız. Tüm kültürlerin ve toplumların farklı farklı sorunları vardır. Psikologlar, bilgi ve tecrübelerini her topluma göre farklı şekilde uyarlamalıdır. 

Yaşadığınız zorluklar, psikolog olduğunuz için sizi diğer Suriyelilere göre daha güçlü kıldı mı? 

Psikoloji eğitimi, psikoloji ilmi insana bir kültür kazandırıyor burası doğru. Ama bu kültür tek başına yetersiz kalıyor. Psikologlar rolünü daha iyi yerine getirebilmek için, hayatını, hislerini ve ilişkilerini her zaman yönetmeye ihtiyaç duyar. Psikologlar her zaman “verici olma” ve “fedakarlık” konusunda ne kadar güçlü olduğunu kontrol etmeli. Baskıları yönetmeye ihtiyaç duyabilir. Tam anlamıyla “tükenmişlik sendromu” yaşamamak için kendini korumak zorunda.

Türkiyede olmak size mesleki kazanımlar sağladı mı?

Türkiye, hangi alan olursa olsun kendisini geliştirmek isteyen her insan için büyük bir fırsat. İstanbul gibi bir şehirde çalışınca farklı farklı kültürlerle tanışma fırsatı buluyor. Öyle ki, İstanbul’da yaşayan Arap azınlığı bile farklı farklı gruplardan oluşuyor. Tüm bu gruplar bana deneyimimi artırma konusunda bana fırsat sunuyor. Türklerle doğrudan çalışmıyorum belki ama Türk kurumlarında eğitim alan, bir şekilde Türklerle bağlantısı olan Araplarla temasta oluyoruz ve psikolojik destek sunuyoruz.  

Danışanlarınız sadece Arap kökenli mi? Farklı din ve etnik yapıdan, özellikle Türklerden danışan kabul ettiğiniz oluyor mu?

Psikolojik destek verebilmek, üst düzey bir dil gerektiriyor. Dolayısıyla seanslarımda bu üst düzey dili kullanamazsam, karşı taraf ile tam olarak anlaşamam. Türkçe konusunda zayıf olduğum için henüz Arap kökenli danışanlarım dışında kimse ile çalışmadım. Türklerle doğrudan çalışmıyoruz elbette ancak Türk kurumları ile bir şekilde bağlantısı olan, temas halinde olan Araplarla çalışıyoruz. Bu da bizim onlarla aramızdaki etkileşimi güçlendiriyor. 

Suriyenin Parlak Geleceği” isimli psikolog ve psikiyatristlerden oluşan bir örgüt ile sahada aktif olarak görev yaptınız. Bu süreçte sizi en çok sarsan görüntü ya da hikaye ne oldu?

Bizim görevimiz acil müdahale değil, bilakis şu an yaşayan nesli, aileyi gelecek nesilleri korumak için hareket etmek. Mesela 2011 sonrası dünyaya gelen çocuklar. Aslında olayları görmediler ama aile kriz ve travmaları onlara aktardı. Travma ve krizler nesillerden nesillere aktarılır. “Belirsiz kayıp” denilen bir şey var mesela. Bir kişinin değer verdiği biri ile irtibatı kopuyor, ona ne olduğunu bilmiyor. Bu belirsizlik durumu ile ona ne olduğunu bilmesi gerçekten çok farklı. Yani öldü mü, kaldı mı ne halde bilmiyor. Bu da bir kayıp olarak nitelendirilir ve etkisi gerçekten çok daha büyüktür. Şu anda Suriyelilerin de etkilendiği Türkiye’de meydana gelen deprem hadisesinde, insanların bazıları yakınlarına ne olduğunu bilmiyor, belirsizlik var. Bu durumun etkisinin uzun sürmesini bekliyoruz.

Türkiye’de de herhangi bir sosyal sorumluluk projesinde görev aldınız mı? İlerleyen yıllarda böyle bir planınız olur mu? Geçtimiz aylarda yaşanan büyük deprem felaketiyle ilgili bir çalışmanız oldu mu?

Türkiye’de yaşayan Suriyelilere yönelik psikolojik çalışma ve hizmetlerde bulundum. Bu bağlamda hem sahada hem de kendi ofisimizde bazı çalışmalar yaptık. Deprem ile ilgili ise, ben felaketin hemen yaşandığı sırada bölgeye gitmedim ancak evlatlarım gittiler. Oğullarımdan birisi, enkaz altındaki Suriyeliler ile Türk arama kurtarma ekipleri arasında iletişim sağlamak üzere gönüllü tercüman olarak bölgeye gitti. Biz de psikolojik destek noktasında, Suriyeli depremzede kardeşlerimiz için ücretsiz bir hat oluşturduk. Gerek ofisimizde gerekse telefon üzerinden kendilerine ihtiyaç duydukları her türlü desteği sağlayacağımızı belirttik. Bu noktada da güzel geri dönüşler aldık.  

Dinlediğiniz hikayeler arasında unutamadığınız bir hikaye var mı?

Dinlediğim zaman “Bunu kesinlikle unutmamalıyım” dediğim çok şey oldu. Mesela bir anne biliyorum. Öyle bir kahramanlık gösteriyor ki, dünya liderlerinin, göstereceği gibi bir kahramanlık. Kocasını ve büyük oğlunu kaybeden bir anne. En büyük çocuğu 10 yaşında. Çocuklarını alıp ülkesinden ayrılıyor. 4 defa yer değiştiriyor. Her seferinde çok farklı tehlikeler atlatıyor. Mesela bu kadınla görüştüğümde, ona desteği veren ben değildim, o bana destek verdi, o bana bir şeyler öğretti. Her insanın bir hikayesi var. Bir fedakarlık hikayesi.

Sizce yaşananlar Suriye aile yapısını nasıl etkiledi? 

Suriyeli ailelerin desteğe ihtiyaç duyduğu iki temel sorunu var. Biri aile içi çekişmeler, buna nesiller arası çekişme de diyebiliriz. Diğeri de içinde bulundukları diğer toplum ile kültürel entegrasyon. Bir ailenin yaşadığı bir yerde diğer toplumlarla entegre olması için sadece o toplumun içinde yaşaması yetmiyor. Türkiye’de de öyle. Ailenin entegre olması için bu toplumda yaşamak dışında bir şeyler de yapması gerekiyor. Bazen çocuklar daha iyi entegre oluyor, ailenin içinde kendisini gurbette gibi hissedebiliyor. Bu aile içi sorunlara yol açabiliyor. Rolleri değiştirebiliyor. Gençler Türkçe’yi iyi bir şekilde öğreniyor, konuşuyor. Baba bilmiyor. Bu durumda çocuk ailesine yardımcı oluyor, bazı kurumlarda aileyi çocuk temsil ediyor, komşularla iletişimi çocuk sağlıyor. Bu durumda baba kendini yetersiz hissedebiliyor. Elinden bir şey gelmediğini düşünüyor, aciz hissedebiliyor.

Suriye toplumunun kişilik özellikleri hakkında bir araştırma yapılmış olsa sizce hangi özellikler daha ön plana çıkar?

Benim bakış açıma göre; Suriye insanı dayanıklı ve umutludur. Bu yönü ile ön plana çıkar. Değişen şartlara, mekana ve zamana dayanıklıdır ve uyum sağlar. Zira Suriye insanı savaş, baskı ve göç ile 2011 sonrasında tanışmadı. Bilakis öncesinde de bunlarla mücadele etti. Biz de dahil çok fazla Suriyeli erken dönemde ülkesini terk etti. Ancak gittiği yerde yeniden başlayacak dayanıklılığa ve umuda sahip olmuştur. Suriye insanını bu şekilde tanımlamış olsak, yanlış olmaz diye düşünüyorum. 

Son olarak, sizce umut” nedir?

Kendi yaşadıklarımdan şunu öğrendim ki; “Umut” insanın kanunlarından bir kanundur. Allah insanı umut eden bir varlık olarak yaratmıştır. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, insanda umut vardır. İnsanların umuda bakışı farklıdır. Bazı insanlar umudu sadece rüya olarak görür. Sadece hayalini kurar. Bazıları ise bu umudu hayatını değiştirmek için kanunlardan biri olarak kullanır. Umudu sadece hayal ettiği bir şey olarak görüp sonra kendi gerçekliğine dönmez. Umudunu kaybeden insan, insanlığını büyük ölçüde kaybetmiştir. İnsan, ne kadar ağır şeyler yaşarsa yaşasın umut ederek yaralarını sarmayı öğrenir.

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?