1948’de Nekbe ve İsrail Devleti’nin kurulmasıyla başlayan Filistin halkının acıları, son 15 ayda yeni bir derinliğe ulaştı. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykırımda, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 46 binden fazla Filistinli öldü ve 110 binden fazla kişi yaralandı. On binlerce kişi ise kayıp, keyfi bir şekilde gözaltına alınmış ya da yıkılan evlerinin enkazı altında olduğu biliniyor. İsrail’in saldırıları, kuşatma altındaki bölgede evleri, okulları ve hatta hastaneleri bile hedef aldı, alıyor.
Evlerinden çıkarılan yüz binlerce hayatta kalan kişi, sözde “güvenli bölgelerde” derme çatma çadırlarda, ayrım gözetmeyen hava saldırıları, günlük katliamlar, hastalık salgınları, açlık ve sert kış koşullarıyla karşı karşıya. İşgal altındaki Batı Şeria’daki Filistinliler de İsrail güçlerinin saldırıları altında temel hak ve özgürlüklerden yoksun bir şekilde yaşamaya çalışıyor.
Filistinliler, İsrail’in halklarına karşı işlediği zulümleri tek tek belgeleyip herkesin görmesi için gerçek zamanlı olarak dünya ile paylaşıyor. Güney Afrika, İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda bir soykırım davası açtı ve bu dava Meksika, Brezilya ve Türkiye dahil birçok ülke tarafından destekleniyor. ICC de İsrail’e karşı harekete geçti; Başbakan Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçları sebebiyle tutuklama emirleri çıkardı.
Küresel kamuoyu da Filistinlilere olan desteğini açıkça gösteriyor. 2023 Ekim ayında soykırımın başlamasından bu yana, dünya çapında on binlerce Filistin yanlısı protesto, nöbet ve oturma eylemi düzenlendi ve bu etkinlikler milyonlarca insanı bir araya getirdi. Farklı kesimlerden insanların katılımıyla gerçekleşen bu eylemler, Filistin halkına yönelik geniş çaplı desteğin bir kanıtı niteliğinde.
Tüm bunlara rağmen İsrail, suçlarını açık cezasız bir şekilde işlemeye devam edebilir gibi görünüyor. Bunun sebebi, Batılı destekçilerinin ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’in aşırılıklarına göz yumması ve uluslararası hukukun açık ihlallerini kabul etmemesi – cezalandırmayı bırakın, farkına bile varmak istememesidir.
Washington, özellikle İsrail’e silah, bomba ve diğer askeri ekipmanların ana tedarikçisi olarak, son 15 ayda soykırımın sona ermesine yardımcı olmak için hiçbir şey yapmamıştır. Aksine, İsrail’i sorumluluktan korumak için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Örneğin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bir ateşkes talep eden kararını geçirmesini engellemek için dört kez, en son 20 Kasım’da, veto hakkını kullanmıştır. Ayrıca, 154 üye devletin desteklediği, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının derhal sona ermesini talep eden BM Genel Kurulu kararına karşı oy kullanmıştır. Bununla da yetinmeyip, İsrail liderleri hakkında tutuklama emirleri çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (ICC) cezalandırmaya çalışmakta; Temsilciler Meclisi, mahkemeye yaptırımlar uygulanmasını öngören bir yasa tasarısını kabul etmiştir.
Bu nedenle, ABD’nin İsrail’e sağladığı askeri, siyasi ve mali destek devam ettiği sürece, Filistin halkının çektiği acıların sona erdirilmesi ya da temel insan haklarının güvence altına alınması için Filistin yanlılarının yapabileceği hiçbir şey yok gibi görünmektedir.
Yine de, son 14 ay yalnızca kayıplar ve hayal kırıklıklarıyla geçmedi. Filistin yanlıları, bu süre içinde önemli siyasi, hukuki ve seçim zaferleri de elde etti. En önemlisi, dünyanın İsrail’in soykırımını ve hukuk tanımaz işgalini sona erdirememesine rağmen, Filistin davası bugün küresel kamuoyunda her zamankinden daha fazla destek bulmaktadır. İsrail, bir parya haline gelmektedir. Ve bu önemlidir.
Hatta Amerika’da bile, politikacıların her ne pahasına olursa olsun İsrail’i koruma taahhüdüne rağmen, insanlar düzenli olarak Gazze halkına yönelik vahşi savaşın sona erdirilmesi talebiyle sokaklara çıktı. Amerika’nın bir ucundan diğerine, üniversiteler Gazze ile dayanışma kamplarıyla doldu. Bu protestoların çoğu güç kullanılarak bastırıldı ve katılımcıların birçoğu ağır şekilde cezalandırıldı. Ancak bu eylemler, Amerikan halkının soykırımı desteklemediğini dünyaya göstermeyi başardı. Aynı zamanda, Amerikalılara kendi ülkelerinin Gazze’de finanse ettiği şeylere dikkat etmelerini sağladı ve kamuoyunun soykırıma karşı bir tavır almasına yardımcı oldu.
Batı Avrupa’da, İsrail’in geleneksel destek üssü olan bu bölgede, Filistin davası hem resmi hem de tabandan gelen düzeyde benzeri görülmemiş bir destek görmeye başladı.
Elbette, Avrupa’nın ABD’ye bağımlılığı ve İsrail’in birçok Avrupa ülkesindeki tarihi bağları ve geniş çaplı lobi yatırımları, kıtada İsrail’in savaşına yönelik resmi desteğin hâlâ güçlü olduğu anlamına geliyor.
Örneğin, Alman hükümeti, soykırımın başlangıcından bu yana İsrail’e olan desteğinde tereddüt etmedi ve bugün hâlâ Netanyahu hükümetinin tüm eylemlerini desteklemekte ve savunmaktadır.
Bununla birlikte, Avrupa’nın siyasi, hukuki, medya, eğlence ve ekonomik sektörlerinde, ayrıca sendikalar, akademi ve öğrenciler arasında Filistin yanlısı ve soykırım karşıtı sesler önemli bir şekilde güç kazandı. Bu sesler, birçok Avrupa hükümetini ve önde gelen kurumlarını uluslararası hukuku ve Filistin’in insan haklarını savunmaya doğru kademeli olarak yönlendirdi.
Avrupa Filistin Bilgi Merkezi’nin (EPAL) topladığı verilere göre, İsrail’in Gazze’deki soykırımsal savaşı sırasında ilk yıl içinde, 20 Avrupa ülkesindeki 619 şehirde Filistin haklarını destekleyen 26 binden fazla gösteri ve diğer etkinlik düzenlendi.
Avrupa kamuoyundan yükselen Filistin’e adalet talebine yanıt olarak, Avrupa hükümetleri yavaş yavaş mücadeleye destek vermeye başladı. Belçika, İrlanda ve İspanya, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı soykırım davasında resmen yanında yer aldı. Ayrıca, İspanya ve İrlanda Filistin devletini tanıdı ve böylece bunu yapan AB ülkelerinin sayısını 10’a çıkardı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, silah ihracatının durdurulması çağrısında bulunurken, Birleşik Krallık bazı lisansları askıya aldı. İrlanda ise soykırımı kınama konusunda o kadar açık bir tavır sergiledi ki İsrail, yakın zamanda bu ülkedeki büyükelçiliğini kapatma kararı aldı.
Seçim politikalarında ise, genel olarak sağın yükselişi ve çeşitli seçimlerde sağ partilerin belirgin başarılarına rağmen, Filistin yanlıları da geçen yıl boyunca birçok Avrupa ülkesinde önemli kazanımlar elde etti.
Örneğin, 2024’ün ortalarında düzenlenen Fransız ulusal seçimlerinde, sol görüşlü “Boyun Eğmeyen Fransa” partisi (France Unbowed), ülke genelinde düzenlenen Filistin yanlısı gösterilerin örgütlenmesinde kilit rol oynayan lideri Jean-Luc Melenchon’un önderliğinde zafer kazandı. Filistin yanlısı bu parti ayrıca Avrupa Parlamentosu’nda 11 sandalye elde etti.

Filistin yanlısı sesler, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de önemli kazanımlar elde etti. Örneğin, Filistin, Arap ve Müslüman azınlıkların güçlü desteğini alan İsveç’in Sol Partisi, Filistin için aktif savunuculuğu sayesinde iki sandalye kazandı. Danimarka’da da açıkça Filistin yanlısı olan birçok temsilci seçildi.

Birleşik Krallık’ta, Gazze’de ateşkes ve işgalin sona erdirilmesi çağrısında bulunan haftalık gösteriler on binlerce kişiyi bir araya getirirken, beş Filistin yanlısı aday – eski İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn de dahil – geçen yılki parlamento seçimlerinde sandalye kazandı. Bu milletvekilleri, daha sonra “Bağımsızlık İttifakı” adı verilen bir parlamento grubu oluşturdu ve Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi hükümetine, Gazze’de ateşkesi destekleme ve İsrail’in savaş suçlarını kınama yönünde baskı yapmaya başladı.
Avusturya’da ise, Filistin yanlısı adaylar, Eylül ayında düzenlenen ulusal seçimlere “Gazze Listesi: Soykırıma Karşı Sesler” adı altında katıldılar ve dokuz eyaletten yedisinde yeterli desteği alarak seçim listesine girmeyi başardılar. Bu girişim, yalnızca Gazze’deki soykırım meselesini Avusturya’nın siyasi gündemine taşımakla kalmadı, aynı zamanda geleneksel olarak İsrail yanlısı bir ülke olan Avusturya’da yaklaşık 20.000 oy alarak Filistin yanlısı seslerin artan gücünü gösterdi.
Filistin’de adalet mücadelesi verenler, geçtiğimiz yıl boyunca önemli yasal zaferler de elde etti.
İtalya’da, Filistin haklarını savunanlar, İtalyan devlet televizyon ağı “Rai”ye karşı Temyiz Mahkemesi’nde bir davayı kazandı. Rai, bir haber bülteninde Kudüs’ü yanlış bir şekilde İsrail’in başkenti olarak nitelendirmişti. Mahkeme, Rai’nin sonraki bir bültende bu hatasını kamuoyu önünde düzeltmesine karar verdi ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmadığını vurguladı.
Bu arada, soykırım karşıtı aktivistler, Gazze’deki eylemleri nedeniyle İsrail’e yönelik silah ihracatını durdurmak için Hollanda hükümetine karşı bir dava açtı. Hollanda devlet televizyonu, mahkeme sürecini canlı yayınlayarak, Hollanda kamuoyunun ülkenin İsrail’in soykırımsal savaşını kolaylaştırmadaki rolüne dair farkındalığını önemli ölçüde artırdı.
Filistin’i destekleyen bir diğer önemli hukuki girişim ise, geçen yıl eylül ayında Belçika’da kurulan Hind Rajab Vakfı tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) ve çeşitli yerel mahkemelere, Gazze soykırımına katılan İsrailli askerler aleyhine açılan davalar oldu.

Adını, Gazze’de bir tank ateşiyle hayatını kaybeden ve ölen akrabalarının cesetleriyle dolu bir arabada mahsur kalan altı yaşındaki Filistinli kız çocuğundan alan Hind Rajab Vakfı, kuşatma altındaki Gazze Şeridi’ndeki savaş suçlarına karıştığından şüphelenilen bin İsrailli askerin isimlerini içeren bir listeyi Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) sundu. Vakıf, suçlanan İsrail askerlerine karşı kanıtları çeşitli yollarla topladı; bunlar arasında, askerlerin Gazze’deki Filistinli sivillere karşı işledikleri suçlarla övündükleri kişisel sosyal medya sayfaları da yer aldı.

Vakfın çalışmaları bununla sınırlı kalmadı. İsrailli askerlerin hareketlerini yabancı ülkelerde izleyerek yerel mahkemelere suç duyurularında bulundu. Brezilya, Sri Lanka, Tayland, Belçika, Hollanda, Sırbistan, İrlanda, Kıbrıs ve son olarak İsveç’te tatil yapan şüpheli savaş suçlularını tespit etti ve haklarında dava açtı. Vakfın bu girişimleri, İsrail’in askerlerine yurtdışında tatil planlarken dikkatli olmaları talimatını vermesine neden oldu ve ülkenin uluslararası alandaki parya statüsünü daha da güçlendirdi.
Bu arada, Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketi de geçen yıl İsrail’e verilen desteği sınırlamada önemli başarılar elde etti.
Kasım ayında yayımlanan bir Reuters analizine göre, Avrupa’nın en büyük finansal firmalarından bazıları, aktivistlerin ve hükümetlerin Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi için yaptığı baskılar nedeniyle, İsrail şirketleriyle veya İsrail bağlantılı şirketlerle olan bağlarını azalttı. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, İsrail’e yapılan doğrudan yabancı yatırımlar 2023 yılında yüzde 29 oranında düşerek 2016’dan bu yana en düşük seviyesine geriledi.
Kısacası, küresel topluluk İsrail’in suçlarını sona erdirmede henüz başarılı olamamış olsa da, dünyanın dört bir yanındaki aktivistlerin yorulmak bilmeyen savunuculuğu, Filistin halkı için adaletin sağlanmasına her zamankinden daha fazla yaklaştırmıştır. Gazze’de alenen işlenen ve ayrıntılı bir şekilde belgelenen İsrail soykırımı, dünya genelinde İsrail-Filistin çatışmasına dair kamu algısını büyük ölçüde değiştirmiştir. ABD, sömürgeci yerleşim devletine olan desteğini bırakmaya yakın görünmese de, uluslararası kamuoyu hızla Filistin lehine değişmektedir.
Kesinlikle rüzgar tersine dönüyor, ancak mücadele henüz bitmiş değil.
Filistinlilerin ve destekçilerinin, İsrail’in savaş suçlarını, yasa dışı işgalini ve etnik temizlik operasyonlarını ifşa etmeye devam etmesi hayati önem taşımaktadır. Bu mücadele, Filistin özgürleşene ve İsrail, uzun süredir acı çeken Filistin halkına karşı işlediği ve işlemeye devam ettiği sayısız suçtan dolayı hesap verene kadar sürmelidir.
Kaynak: Al Jazeera

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?