İzmir doğumlu, yazar, belgesel yapımcısı Peren Birsaygılı Mut, varoluş mücadelesi veren halkların onurlu mücadelesini Türkiye’de duyurmak için tüm imkanlarını ve yeteneklerini seferber ederek Farabi Yayınevi’ni kurdu.

Peren Birsaygılı Mut’un ve yayınevinin hikayesini kendisinden dinlemek için, 10’lar mikrofonunu uzattık. 

Sizi tanıyabilir miyiz?

Merhabalar ismim Peren Birsaygılı Mut. Aslında meslek olarak belgesel metin yazarlığı yapıyorum.

Birçok yayınlanmış belgesel metnim var.

Onun yanı sıra Filistin ve Suriye edebiyatları çalışıyorum.
Aynı zamanda  Arap, Filistin ve Suriye edebiyatından yayınlar yaptığımız Farabi Kitap adlı bir yayınevimiz var.

Bu alandaki eserleri yayınlamak toplumsal anlamda ne gibi katkıları sağlıyor?

Göçmen edebiyatı aslında görmezden gelinemeyecek bir edebiyat türü.

Dünya edebiyat tarihine de baktığımızda aslında yazılmış çok önemli eserler var.

Göçmen edebiyatı kapsamında. Ülkemiz için de aslında ayrıca bir önem arz ediyor.

Çok sayıda göçmene misafirlik ediyoruz ülkemizde.

Aslında göçmen de demek istemiyorum ben onlara.

Çok sayıda kardeşimiz, arkadaşımız, abimiz, ablamıza ev sahipliği yapıyoruz.
Göçmenlerin aslında hayatlarıyla da empati kurmamızı güçlendirecek bir şey.
Çünkü edebiyat kadar kalplere dokunan bir şey yok.

Bu Suriye meselesi ya da Filistin’i, biz şu ana kadar siyasi taraflarıyla çokça konuştuk ama eğer biz Suriye ve Filistin’de yaşananları, öykü, roman, şiir gibi edebiyatın farklı formlarından okumuş olsaydık oradaki insanların neler yaşadığını çok daha iyi idrak etmiş olurduk

Göçmen edebiyatına olan ilginiz nasıl başladı? Bu türdeki eserleri yayınlamaya karar verirken neler etkili oldu?

Ben 2009 yılından beri Filistin edebiyatı çalışıyorum. Filistin edebiyatına da ilgim şöyle başladı. 2009 senesiydi. Filistin’de bugün olduğu gibi yine ağır bir büyük saldırılar vardı, ağır bir soykrım yaşanıyordu.

O zaman yine bugün olduğu gibi bir şeyler yapmaya çalıştık, konsolosluk önüne gittik, boykot eylemlerinde bulunduk. Ama hep şunu düşündüm, ne yaparsak yapalım aslında bir şeyler eksik yani daha fazlasını yapmamız gerekiyor.

Edebiyata da ilgim vardı lise yıllarında.
Düşündüğüm zaman Filistin edebiyatından Mahmut Derviş dışında kimseye tanımadığımı fark ettim.

O anı şekilde 2009 yılında Filistin edebiyatı çalışmaya başladım.

Filistin edebiyatı çalıştıkça Suriye edebiyatını da tanımaya başladım.

Zaten hepimizin bildiği gibi Filistin ve Suriye’yi birbirinden ayırmamız mümkün değil.

Hem tarihsel olarak baktığımızda hem duygusal olarak baktığımızda yaşananlara.

Filistin ve Suriye edebiyatı çalışmayı bir arada sürdürdüm.

Çalıştıkça ben bunu anlatmaya başladım kendi ülkemde. Öğrendiklerimi, çalıştıklarımı.

Çok kıymetli hocalarım bana desteği oldu Filistin’den ve Suriye’den.

Ama asıl yapılması gereken şey benim anlatmamdan ziyade onların sözlerini ülkemizdeki Türk halkına duyurabilmekti ve kitap çevirilerine başladık.

Yayınlayabilmek için pek çok yayınevi ile görüştüm sağolsunlar bir çok yayınevi destek oldu ama çok daha fazlasını hep yapmak istedik daha fazlasını yapmak için de kendimiz aslında bir yayınevine sahip olmamız gerekiyordu, o anlamda editörlük tecrübem vardı geçmişten gelen, dedik ki yayınevimizi kuralım.

Listeme Suriye edebiyatı ekseninde Arap edebiyatından eserler aldım, tercümeler yapalım elimizden geldiğince göçmen edebiyatını tanıtalım istedik ülkemizde.
Bu şekilde başladı maceramız.

Bir Suriye Hikayesi

“Türkiye’deki, Suriyeliler medyada eğitimsiz” yaratılmaya çalışılan algı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizim önümüzde Filistin tecrübesi var, çok büyük bir tecrübe.

Filistin’de nekbe  olduğunda yani İsrail kurulduğunda Filistin’de pek çok entelektüel, edebiyatçı, yazar, şair çevre Arap ülkelerine gitmişti.

Kuveyt’e gidenler oldu, Lübnan’a giden oldu, Mısır’a giden oldu ve gittikleri yerlerde de büyük bir kültürel canlanmayı beraberinde getirdiler.

Çok büyük bir destek verdiler o kültürel ortama gittikleri ülkelerde.

Edebiyat dergilerinde çalıştılar, yayınevlerinde çalıştılar, kültürel sohbetlere katıldılar, öncelik ettiler. Göçmen edebiyatçılar, büyük bir hazinelerdir.

Bizim bu anlamda da şu anda Türkiye’de çok büyük bir hazineyi aslında elimizde tuttuğumuzu düşünüyorum.

Ama maalesef yeterince istifade edemiyoruz.

Çok kıymetli hocalarımız var Türkiye’de. Birkaç isim mesela zikredebilirim.

Mesela Ahmet Mazhar Sadoo Gaziantep’te yaşayan sosyolog bir hocamız.

Bu isimlerden çok daha fazla bizim istifade etmemiz gerekiyor.

Onların anlattıkları bizlere için de çok büyük bir ders niteliğinde aslında.
Şunu da her zaman düşünmüşümdür aslında.

Biz onların eserlerini yayınladıkça aslında onlara biz bir şey bahşetmiş olmuyoruz. Onlar bize çok fazla şeyi katmış oluyorlar.

Onların ne kadar sözlerine kulak verirsek, bizim de kalemimizi güçleniyor.

Bunu bizzat tecrübe ettim de. Filistinli ve Suriyeli yazarları tanıdıktan sonra kendi kalemimin de aslında çok daha fazla güçlendiğini gördüm.

“Şamlı Bir Yahudi’nin Günlüğü” Ortadoğu’nun sosyal yapısını anlamamız için harika bir temel sağlıyor.
Leipzig Üniversitesi, Almanya

Son yıllarda Suriye, Tunus, Yemen, Libya, Mısır, Irak ve Cezayir gibi ülkelerde Arap Yahudilerinden bahseden kitap ve filmler görülmeye başladı. İbrahim Al Jabin tarafından yazılan “Şamlı Bir Yahudi’nin Günlüğü” bunların en dikkat çekicilerinden birisi.

Göçmen edebiyatı kültürlerarası iletişimi güçlendiren bir araç olabilir mi? Sizce  bu türdeki eserlerin yaygınlaşması, toplumsal barışa katkısı var mı?

Elbette, aslında kültürler arasındaki en önemli köprü edebiyattır.

Kültürleri de birbirine yakınlaştıran en büyük güç, en büyük kuvvettir edebiyat.
Bu anlamda bizler göçmen edebiyatını daha yakından tanıdıkça, o halkların yaşadıklarıyla da daha fazla empati kurabilir, tam manasıyla aslında onların duygularını, hayallerini, sevinçlerini, mutluluklarını, üzüntülerini çok daha iyi anlayabiliriz.

Hep şunu düşündüm mesela, daha önce ben Mısır’a gitmemiştim hiç ama Necip Mahfuz okumuştum.

Latin Amerika’ya gitmedim ama Eduardo Galeano’yu okudum.

İnsanların yaşadıklarını, iç dünyalarını bilmenin en önemli tarafı, en iyi yolu da edebiyat bu anlamda.

Kitapların çevirirken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

 Herhangi bir zorluk yaşamadık açık söylemek gerekirse.

Biz ilk başladığımız zaman genç tercüman arkadaşlarımızdan ve bazı hocalarımızdan çok destek aldık.

Türkiyemizdeki Arap Dili Edebiyatı bölümleri ile görüştük.

Hocalarımız bizlere öğrencilerini tavsiye ettiler sağolsunlar.

Kırıkkale’de Profesör Doktor Abdussamed Yeşildağ hocamız mesela çok sayıda öğrencisi bizim için tercüme yaptı.

Bir zorluk yaşamadık. Ben şunu düşünüyorum hep. Bir takım işler  yaparken illa ki bazı zorluklar çıkabilir ama iki tarafta iyi niyetliyse, gayretliyse bir şeyler yapmakta aşılamayacak zorluk yok.

Türkiye’de bulunan göçmen edebiyatçıların eserleri değerlendiriliyor mu?

Çok az maalesef. Çok önemli edebiyatçılar var.

Mesela Mardin’de Mustafa Taceddin El-Musa var. Sevdiğimiz de bir arkadaşımız. Çok sayıda ödül kazandı şimdiye kadar dünyada.  

Daha geçen ay,  Japonya’da yayınlandı mesela öyküleri ve Japon eleştirmenler tarafından tam not aldı.

Ama ülkemizde maalesef çok az insan tarafından tanınıyor.

Tanıyan bir kesim var, ilgiyle takip eden bir kesim var. Ancak çok daha fazlasının olmasını umut ediyoruz.

Onların değerini nasıl daha çok ortaya çıkarabiliriz?

Eserlerini daha çok çevirerek, daha fazla gündeme getirerek edebiyat dergilerinde, televizyondaki kültür sanat programlarında, sosyal medyadaki çeşitli mecralarda, onların isimlerinden daha çok bahsederek, gittiğimiz her yerde onlardan daha çok konuşarak onlar hakkında ve onlara söz vererek, onlarla çeşitli röportajlar yaparak, onları programlarımıza davet ederek, onlarla ortak programlar yaparak çok daha fazla insan tarafından tanınmasını sağlayabiliriz diye düşünüyorum.

Göçmen yazarlarla  kültürel farkları anlamak adına özel bir sürece sahip misiniz?

Yani açıkçası hiçbir kültürel fark yaşamadık. Filistinli,Suriyeli yazarlarla bizim zaten o kadar kültürlerimiz ortak ki.

Yani yediğimiz yemek aynı, içtiğimiz içecekler aynı. Bu anlamda herhangi bir sıkıntı, bir kültürel fark yaşamadık.

Dil bariyerinde de bir sıkıntı olmadı. Bir de her şeyden öte, onlara ben şöyle bakmıyorum yani ben yayınevi yönetmeniyim..

Onlar da bizim yazılarımız değil.

 Biz gerçekten büyük bir aile olduk onlarla.

Yaşlıca bizden büyük olanlar bizim abimiz, babamız oldu. Arkadaşlarımız oldu, kardeşlerimiz oldu.

Büyük bir insanlık ailesini ortak birer ferdi gibi hissettik.

Hep ilişkilerimiz de bu şekilde ilerledi zaten.

Göçmen yazarlarla çalışmak sizin için diğer yazarlarla çalışmaktan farklı bir deneyim sunuyor mu?

Şunu söyleyebiliriz aslında.

Göçmen yazarlar, gerçekten aslında yazarlığın bize ne olduğunu anlatan yazarlar hepsi de.
Biz ülkemizde şimdiye kadar onların yaşadığı tecrübeyi hiçbirimiz yaşamadık.
Ben uzun süredir yazıyorum aslında.

Yaklaşık 20 seneye dayanan bir yazarlık geçmişim var ama ben hiç ülkemden ayrı kalmak zorunda kalmadım. 

Ya da onların yaşadığı acıların onda birine bile yaşamadım şimdiye kadar.
O anlamda yazarlığın aslında çok acılardan ve zorluklardan beslenen bir şey olduğuna inanıyorum ve göçmen yazarlar bu anlamda da aslında her biri bizim öğretmenlerimiz oldu aynı zamanda.

Her birinin şöyle kişisel hikayeleri de var.
Her ne olursa olsun en ağır bedeller ödeyeceklerini bile bile
Kaderler karşısında bile kalemini satmamış kişilerden bahsediyoruz.
Bize kalemin haysiyetini gösteren insanlar hepsi.
O anlamda bizim yol göstereceğimiz, rehberlerimiz, öğretmenlerimiz de her biri.


Göçmen edebiyatçıların Türkiye’de karşılaştıkları zorluklar neler?

Maalesef geçtiğimiz aylarda ben bir şeye şahit oldum.

Burada İstanbul Arapça Kitap Fuarı vardı. Mesela Gaziantep’ten  gelecek Suriyeli yazar arkadaşlığımız var.

Onlar yol izni alamadılar, bizler de Göç İdaresiyle konuşarak yardımcı olmaya çalıştık ama aslında hiç bunlara gerek dahi olmamalı.

Zaten bunlar şimdiye kadar hiçbir suça karışmamış kimseler.

Her birinin belki 9-10 tane kitabı var. O anlamda hem entelektüel anlamda hem yaşayış anlamda.

Zaten kendilerini ispat etmiş insanlar.

Çok zorluklarla karşılaştıkları takdirde inanın çok üzülüyorum insan olarak.

Çok utanıyorum da mahcup oluyorum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak.
O anlamda çok daha fazla aslında Kültür Bakanlığımız tarafından da desteklenmeleri gerektiği inanıyorum.

Bu alandaki gelecek planlarınız nedir?

İnşallah çok şey yapmak istiyoruz.

Bir şeyler yapmak bizim borcumuz diye düşünüyorum göçmen edebiyatçılara.

Biz bir şeyler yaparak onları onurlandırmıyoruz.

Biz onların yanında durarak, onlara destek olarak onlara bir şey bahşetmiyoruz.

Onlar bizim yanımızda olarak, bizlere tecrübelerini aktararak aslında onlar bize çok şey katmış oluyorlar.

Hep bunun altını çizmeye çalışıyorum.

Kategori

Yazar

Yazıyı paylaşmak ister misiniz?